Değerlendir:
  • 15 Oy - 2.67 Yüzde
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5

Uranüs: Bilinenden Özgürleşmek
Yazar Mesaj
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #1
Uranüs: Bilinenden Özgürleşmek
Çok faydalı olduğunu düşündüğüm yazılar, uzunama okunması gerekir bence.

URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK

Jeffrey Wolf Green

Uyanık ve hazır mısınız? Bugün insan bilincinin bireyleşmesi, ıslahının tamamlanması, serbest bırakılması ve bilinenden özgürleştirilmesi içeriğini kapsayan arketipin üzerinde duracağız. Bu arketipler birer astrolojik sembol olarak Uranüs, Kova Burcu ve Onbirinci evle temsil edilirler. Bu sembollerle ilişkilendirilen gezegenler_ örneğin 11. evde bulunan planetler, 11. ev yöneticisinin natal konumu, Kova burcundaki gezegenler veya Uranüs’le ya da az önce bahsettiğimiz konumlarla açısı olan gezegenlerin hepsi de bu fonksiyonların bireyleşmesini hızlandırmakta gerekli arketipsel ihtiyacı ifade eder. Bugün tüm dikkatimizi Uranüs gezegeni üzerinde yoğunlaştıracağız çünkü bu gezegen az önce bahsettiğimiz birincil arketiplerin kendilerini ifade ettiği gezegendir. Bununla birlikte Uranüs’le olan ilişkileri oranında Satürn ve Neptün’e de değineceğiz.

BU KONUDAKİ FİKİRLER VE PRENSİPLER

Uranüs bireyleşme, serbest kalma, özgürleşme ve ıslah edişin tamamlanmasıyla karşılıklı ilişki içindedir. Peki neyi ıslah etme? Satürn’ü ıslah etme. Satürn hayatımızda ıslahı gerektiren bütün modellerle: toplum, aile, sizden birşeyler bekleyen insanlar ve bu hayata ıslah edilmek üzere getirdiğiniz tüm konularla ilişkisi olan... kısaca yaşamın her anında kimlik duygunuzu önünüze getiren herşeyle ilgilidir. Bu da Uranüs’ün tüm bu modellerden sonsuza dek özgürleşmeye ve onların hapsedici zincirini kırmaya çalıştığını gösterir. Peki ne için? Bunu yapmaktaki niyeti nedir? Hangi sebepten dolayı? Eğer kişilik ve kimlik duygumuzu tanımlayan bu modellerin hepsini de tuzla buz edersek, bu durumda henüz ıslah edilmemiş olan gerçek kimliğimizi ve ortada olan doğamızı buluruz. Açıkca belirtmek gerekirse bu oldukca uzun bir serüven olabilir.

Örneğin, Uranüs’ün yaşantımızda kendilerini oldukça fazla ifade eden fonksiyonlardan kurtulmamız için belirli bir eve ve planetlere transit yaparak böyle bir fırsat oluşturduğunu ve bizim de bu transitin etkisi altına girdiğimizi düşünelim. Uranüs transitleri bu tür fırsatları her zaman ortaya koyar. Doğum anına göre çıkarılan natal haritada Uranüs diğer planetlerle ve içinde bulunduğu evle benzer açılar yapıyorsa bu, kişinin hayatı boyunca bu tür fırsatları yakalayacağını da gösterir. Ancak birçoğumuz (yani yaşadığımız kültürdeki insanların yüzde 75– 80’i) Uranüs’ün ıslah ediciliğe karşı açtığı savaşın ortaya çıkardığı gerginliğe büyük direnç gösterir.

Kişi bu noktada şunu her zaman aklında tutmalıdır; (Uranüs’ten bahsederken her zaman Satürn’ü gözönüne almak zorundayız) an içerisinde farkında olduğumuz ve bilincin parametreleri olarak adlandırdığımız her şey Satürn ile yakın ilişki içindedir.

Satürn’ün ortaya koyduğu bu bağ, zamanın herhangi bir anında ne iseniz, bunun için yapısal bir tanım ortaya koyar. Daha derin bir açıdan bakacak olursak, sosyal bilincinizin bireysel açısıyla ilgili duyularınız bütünüyle içinde doğduğunuz kültürün normları, değerleri, inançları, kuralları ve kanunlarıyla tayin edilir. Sosyal güvenlik duygunuzun derecesi bu toplumsal damgaları üzerinizde ne kadar taşıyıp taşımadığınızla tayin edilir. Bunların bir çoğu Uranyen gerilimlere karşı büyük direnç gösterir çünkü bu gerilime karşılık verebilmek demek, eş zamanlı olarak (simultaneously) bireysel ve sosyal emniyetsizlik yaratmak anlamına da gelir.

Birçok insan yaşama gerçekçi bir sosyal ve bireysel niyetle gelir. Örneğin, diyelim ki çok içlerde bir yerde benim bir psikolog olduğum ya da olmam gerektiği duygusunu taşıyorum ve kendimi Kanada’da buluyorum. Bu kültür bana ne söyler?

Bu kültür bana eğer kendimi bir psikolog olarak tanımlamak istiyorsam, o zaman oradaki prosedüre, normlara, kurallara vb. uymam gerektiğini söyler. Sosyal olarak damgalanmak ve ıslah edilmek işte budur.

Dolayısıyla, eğer bu kültürde bir psikolog olmam gerekiyorsa bu kurallara (Saturn) uymak için kendime izin vermem gerekir. Onlarla aynı fikirde olmak zorunda değilim. Ancak, belli bir noktaya kadar sosyal ve bireysel niyetlerimi gerçekleştirebilmek için onları kabul etmem gerekir. İşte bu Uranüs ve Satürn’ü anlamaya çalışan kişinin dikkate alması gereken en birincil farklılıktır. Gözlerimi kapatıp kör bir şekilde bunu tatbik etsem de etmesem de toplumun beni yönlendirdiği olayları dikkate alıp ona mümkün olduğunca bağlı kalmadan (Uranüs) bu yoldan giderim.

Sorusu olan varsa lütfen sorsun, çünkü soru sormak için en doğru yer ve zamandayız.

SORU: Peki ya geri giden Satürn? Uranüs’ün geri giden Satürn’le olan ilişkisi nedir?

Burada bulunanlardan kaç kişinin Satürn’ü geri gidiyor? Eh, pek de fazla değilmiş. Kaç kişi geri giden planetinin arketipiyle mutlu bir şekilde yaşamaya devam ediyor? Hımmm! Belki de bugünkü workshopun çok düzensiz ve abuk-subuk (rambling) geçeceğini hissediyorsunuz. O zaman iyi, işte konu aslında bu değil mi? Yani Uranüs! Eğer Uranyen bir çağda yaşıyorsanız bu çok eğlenceli olacak çünkü tamamıyla özgürsünüz, istediğinizi yapabilirsiniz.

Her neyse geri giden bir arketip; onu hangi planete uygularsanız uygulayın, en açık şekliyle geriye çekilmeye ve tekrar gözden geçirilmeye ihtiyaç duyar, dolayısıyla da şimdiki durumun beklentilerinin oluşturduğu isyankarlığın söz konusu durum gezegenin ortaya koyduğu davranışın sosyal açıdan nasıl ifade edilmesi gerektiği anlamına gelir. Şimdiki durumun retrograde prensip yoluyla tanınmasını gerektiren bu durum kendi doğası içerisinde evrimleşme süratini hızlandırır. Neden? Çünkü şimdiki durumu tekrar gözden geçirdiğinizde kendinize ait tek ve bireysel olan ifadenizi ve ortada olan bireyliğinizi kazanma yoluna varırsınız ve geri giden herhangibir planetin fonksiyonu her ne olursa olsun bunu değiştiremez. Geri gitme prensibi (durağan) değildir. Bu tıpkı merkeze ulaşmak için bir soğanın katmanlarını dışarıdan içeriye doğru bir bir soymaya benzer. İşte bu yüzden statik değildir. Bir persona’nın geri giden açısı çok ender olarak ‘tamam işte bu benim istediğim ve bunu elde etmek bana yeter, tamam, ben rahatladım. Artık yolun sonuna geldim‘ diyebilir. Diğer bir sözle, ıslah olma katmanları çok derindir ve ıslah edilmeme durumuna gelene dek çok zaman alır.

Bu durumda, eğer geri giden bir Satürn’ümüz varsa, ve sosyal ıslah etme kalıplarından bahsediyorsak, natal haritasında Satürn’ü geri giden bir kişinin gerçekçi bir şekilde reddetme, asileşme, geri çekilme, ve buna benzer sosyal damgaları sorgulamaya gideceğini söyleyebilir miyiz? Bunu yapmakla birey, kendi doğal otoritesini (Satürn), normlarını, tabularını, topluma kendini adapte etme biçimlerini ve içinde doğup büyüdüğü toplumun değerlerini sorgulama noktasına gelir. Bu yüzden bireysel bilincin en özdeki doğası, gerçeklik açısından içinde yaşadığı toplumla farklılıklar gösterir. Genelde daha hakim olan duygu kişinin ailesinden ve kültürünün kesinliğinden uzaklaşma ve ayrılma duygusudur, bununla birlikte bir diğer duygu da aile ve kültüre odaklanmanın dışında gerçeklikle (Satürn) ilgili keşfedilecek çok fazla şeyin olmasıdır. işte bu duygu aile ve kültür üzerinde büyük baskı yaratan Uranüs tarafından oluşturulur. Satürn’ü geri giden bireylerdeki Uranüs’ün ortada olan rolünü yoğunlaştıran ve büyülten bu Uranyen duygudur; toplumun, ailenin... ya da kimliğin bireyleşme yolunu kısıtlamaya çalışan diğer hapsedici ve ıslah edici kalıplarından özgürleşmek.

Genel olarak geri giden bir Satürn hem anneyle hem de babayla sorunlara yol açacaktır. Bu onların birer düşman olacağı anlamına gelmez, daha çok ebeveynlerden birisinin veya her ikisinin de (özellikle de babanın) aile içerisindeki konumuna dayanarak, değerleri, inançları, yaşam biçimini, elde edilmesi gereken standartları, neyin yanlış neyin doğru olduğunu, fikirleri... vb. kişi üzerine monte etmeye çalışacağını gösterir ki bu durum en basit şekliyle kişi için kabul edilemez bir durumdur. Belli ailelerde bu durum ciddi problemlere yol açar ve kişinin o ebeveynle belli bir mesafe oluşturmasına neden olur. Evrimsel açıdan bakacak olursak, bu kesinlikle gereklidir. Sebebi; belli bir seviyede, Satürn kendi bireysel kimliğimizi, otoritemizi, ve niyetlerimizi, sosyal niyetler ve kültürel otorite içerisinde dönüştürme ihtiyacını ifade eder. Hepimizin yaşadığımız kültür adına daha büyük sosyal alanlarda ifade etmek üzere belirgin bir sosyal fonksiyonumuz vardır ve hepimiz de bunu yaparız. Bunu nasıl yaptığımız, doğum anına göre çıkarılan haritamızdaki Satürn’ün konumuna göre şekil alır. Satürn bizim sosyal olgunlaşma süreci olarak adlandırdığımız ve çocukluktan olgunluğa geçtiğimiz süreçle ilişkilidir.

Daha derin seviyede, Satürn ayrıca zaman ve uzayın ifadesiyle de ilişkilidir; bu yüzden ölümlülüğü, belli bir zaman zarfına sahip bir yaşam yaşadığımızı ve bunun bilincini iyi bir şekilde geliştirmemiz gerekliliğini de ifade eder. Bu durumun (ölüm bilinci) bilince aktarılması, genellikle doğumdan yedi yıl sonra, Satürn kendisine ilk karesini yaptığında oluşur. Yedi yaşlarına geldiğimizde, kendimizi ölümlü bir varlık olarak dünyada buluruz. Satürn aynı zamanda sosyal olgunlaşma sürecini de hızlandırır. Daha farklı bir cümleyle ifade edecek olursak, kendimizi içinde bulduğumuz topluma karşı oluşturduğumuz farkındalığı ifade eder. Bu toplumda kendimizi farkettiğimiz anda, ıslah edici modeller kendilerini bilincimize aktarmaya ve bir set oluşturmaya başlarlar. İşte bu yüzdendir ki, normalde, bir çocuk (erkek veya kız) yaşamında yer alan önemine göre anne veya babaya yakınlaşmaya başlar. Neden? Öncelikle çünkü sosyalleşme tarihi ataerkildir. Tarih Satürnyen bir prensipdir. Tarihin kökenindeki dünyaya bakın; bu onun; (his) erkeğin tarihidir. Eğer anaerkil bir kültürde büyüseydik 7 yaşlarına geldiğimizde aynı Satürn prensibi otomatik olarak anneden babaya geçecekti ya da geçerdi. Buradaki geçiş ailedeki, dolayısıyla da kültürdeki otorite figürünün kim olduğuyla ilgilidir.

Bilinç seviyesinde olan her şeye yapısal bir tanım getiren planet Satürn olduğundan (Venüs’ün ve Merkür’ün dolayısıyla da bütünün yapısını tanımlayan) bu yapı pek de fonksiyonel olmayan , işe yaramayan ve kristalleşmiş bir yapıya dönüşebilir. Bu yüzden böyle bir durumun gerektirdiği Satürnyen olaylar kendilerini ifade etmeye başlarlar: depresyon. Pek çoğumuz depresyonu deneyimledik sanırım, ne dersiniz? Eğer depresyonun doğasını inceleyecek olursak ne diyebiliriz? Depresyon bir yansıma değildir. Peki depresyona girdiğimizde yansıyan şeyler nelerdir? Tabii ki gerçekliğimizin bizi daha ileriye doğru büyümekten alıkoyan kristalleşmiş yapısıdır. Bu yüzden de depresyon, gelişmek için bilinçte belli bir yapısal değişime gitme gereğini ifade eder. Tüm bunlardan sonra tabi ki önümüze çıkan şey Satürn, Oğlak burcu ve 10. evin öncü arketipidir. Tüm bunlar belli bir harekete; değiştirilmesi gereken şeyleri gözönüne alarak atılması gereken bir adıma işaret eder. Neyin değiştirilmesi gerektiği konusunda bir bilince sahip olmak (depresyon) yeni insan formundaki bilincin gerçekçi ifadeler ortaya koyması yoluyla oluşur. Depresyonu (Satürn) negatif bir şey ve gerçekte yanlış bir durum olarak yargılamamalıyız. Bu durum için endişelenmemiz gereken tek zaman, depresyonun manik veya gelişimi ve hareketi engelleyici bir duruma geldiği andır. Böyle bir durumda, içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetine göre, buna müdahale etmeliyiz.

Bu durumda depresyona yol açan şey nedir? Tabii ki Uranüs’tür. Gördüğünüz gibi Uranüs sonsuza dek Satürn’ün kapısını çalmaya devam edecektir. Satürn burda yine bilinçli farkındalığımızın parametrelerini ifade etmektedir. Bunun hemen altında bizim bilinçaltı dediğimiz veya Jung’cu terminolojiyle ifade edersek bireyleşmiş bilinçdışı yeralır. Ezoterik terminolojide ise bu duruma "yüksek zihin" denir. Bu, Satürn eşiğinin tam altıdır. Satürn bunu bastırmaya çalışır çünkü bunlar bilinen niteliklerdir. Uranüs ise henüz bilinmeyen farkına varılmamış, deneyimlenmemiş olan olan şeyler hakkında bize bilgi vermek ister. Yani kısaca Satürn’ü çileden çıkarır. Bu durumu kısaca açıklamak gerekirse, Uranüs Satürn’ün kapısını çalmaya devam ederek bütün kısıtlayıcı damgaları, bütün bilineni ve biliniyor gibi gürüneni yıkar. Böylece içsel ve dışsal gerçekliğin yapısal tanımını gerçekten güvenliğe kavuşturur. Saturn burada karşı koyan ciddi bir güçtür. Gücünü anlamak için büyüklüğünü diğer gezegenlerle karşılaştırmak yerinde olacaktır. Bu durumda Uranüs Saturn’e takılmaya başladığında ne elde ederiz? Bu en kısa tanımıyla çatışık ve zıt bir arketip değil midir? Bu durumda ne olur?

Natal haritamızdaki Uranüs doğum anında nerede ise, yaşantımız boyunca karşımıza çıkacak olan ıslahtan kurtulma sürecine karşı kendi orjinal ifade biçimiyle orada gelişecektir. Ancak her ikisini de ilişki içerisinde gözlemlediğimizde, daha geniş ve özgürleştirilmiş bir gelecek talebiyle sürekli Saturn’ün kapısını çalan bir Uranüs ile karşılaşacağımızı unutmayalım. Saturn bu durumu bastırmaya çalışacaktır, bu yüzden geri gittiği (retrograde) durumlar dışındaki birçok vakada, bilinçli bir farkındalık oluşturmak üzere Uranüs’ten gelen sinyalleri hiçbir tutarlılığı olmayan ilgisiz ve alakasız düşünceler olarak tanımlayacaktır. Bu sinyaller veya düşünceler doğal olarak yaşadığımız anın gerçekliğiyle uyuşmayacağından "mantıkdışı" olarak değerlendirecektir. Uranüs’ün gönderdiği sinyaller, bilinç alanının A B C’yi tanımlaması, ya da adım adım izlenebilen bir plan gibi değildir. Daha çok A’dan sonra Z’yi görmek veya kendimize kırık bir boy aynasından bakmak gibi bir şeydir. Bu sinyaller ve düşünceler bilincimize tamamıyla organize olmuş bir şekilde gelmediğinden Satürn tarafından hemen bastırılıp bilinçaltına gömülemezler. Eğer bastırılırlarsa "depresyon " dediğimiz durum ortaya çıkar ve eğer Uranüs’ün yarattığı bu gerilimler bastırılmaya devam edilirse (yani kişi Uranüsü gerçekleştimeyi reddederse) sonuç ciddi bir depresyon olabilir. Eğer durum manik olacak kadar derinleşirse bu "Ciddi bir sorunumuz var!" anlamına gelir. Kişisel bilinçdışı , bilinçaltı ya da "Yüksek Zihin"den bahsederken (tabi ki tüm bunlar Uranüs’ün ortaya koyduğu durumlardır) tüm insanlar için 3 farklı boyuta sahip olduğunu söylemek gerekir:

(1) Satürn’ün bastırdığı durum;

Kısaca az önce bahsettiğimiz konuyla karşılaşmayı reddettiğimiz durumdur. Astroloji diliyle söylersek; Saturn veya Mars/Neptün Karesi. Bu kişi bir çeşit içgüdüsel duyguya sahiptir (Mars) ve hemcinsiyle deneyime karşı (Mars-Neptün) bir tutku (Mars) beslemektedir. Islah edici konularla ilişkili olan (Saturn) içgüdüsel tutkularını bastırır (Saturn-Mars). Transit Uranüs’ün Mars’ın bulunduğu noktaya geldiğini düşünelim . Bastırılan herşey aniden (Uranüs) su yüzüne yani bilince çıktı. Uranüs transiti Mars aracılığıyla Saturn ve Neptün arasındaki kareyi yeniden alevlendirecektir. Geçmişle ilişkimizi kesip gelişim için büyük bir atılımda bulunmadan önce bu tür başlangıç deneyimleriyle her zaman karşılaşırız. Ancak kişi bu enerjilerle yüzleşip dönüştürmek yerine onları bastırmayı tercih ederse bu durumda ortaya çıkacak olan derin tatminsizlik döngüsünü, depresyonu, yaşam iyi gitmiyor duygusunu ve beyhudeliği görebiliyor musunuz? Buna ek olarak, durum hiçbir mantık içermediğinden (Neptün) büyük bir öfke (Mars) oluşturabilir ve kökenine inilemez bir bilince (Neptün) sızabiliriz. Bu durum karşısında kişi kendine çekici gelen veya onu çekici bulan insanları hayatına çekmeye başlayabilir_ içşel titreşim her zaman bizim durum dediğimiz şeyleri yaratır, kendine çeker ve talep eder. Bu durumda kişi bir seçim yapmakla karşı karşıya kaldı. Uranüs transitini de göze alarak eğer psikolog siz olsaydınız bu kişiyr ne yapmasını önerirdiniz?


(2) Uranüs bu ve diğer yaşamların detaylarıyla da ilişkilidir.

Bu yüzden Merkür’ün yüksek oktavı olarak adlandırılır. Bir çoğumuz birkaç gün önce yaptıklarımızı detaylı hatırlayamayız. Şimdi, sorum şu; tüm bu anılar nereye gitti? Merkür anılar şeklinde hatırlayıp, öğrendiğimiz veya öğretilen her şeyin yöneticisidir. Ancak Uranüs şimdiye dek hiç hatırlamadığımız, veya bilinçli bir şekilde hatırımıza getirmeyi gerektirmeyen şeylerle bağlantılıdır. Bu alan bir hipnoterapistin hayatın erken dönemlerini araştırmak için veya yaşadığımız anı ve gerçekliğini (Saturn) etkileyen deneyimlerin yeraldığı bölümleri incelemek üzere girdiği alandır. Bu alanların hatırlanması bazen gereklidir, çünkü hatırlama anına yabancı olan bir takım şeyleri (örneğin yaşamımızın o andaki doğasını) geçmişten çıkararak ortaya koyarlar. Açıkca oraya koymak gerekirse bu tür bir hatırlama herkeste yoktur. Bazı insanlar için devamlılığın farkında olmak, yaşamın o ana nasıl vardığını anlamak, bu andaki anlamı yakalaması için çok önemli bir ayrıntıdır. Pluto kitabının yazılma sebeplerinden birisi de budur.

(3) Uranüs aynı zamanda sizin daha geniş olan geleceğinize ait bilginin bütünüyle de karşılıklı ilişki içindedir. Uranüs geleceğin soyut bilgisini taşıyan ve tasarlanmış gibi görünen bir yolun içinde yer alır -geleceği kapsayan tasarı.

Bu durumda eğer bir Uranüs transiti altındaysanız ne tür bir bilginin ortaya çıkacağını tahmin edebilir misiniz? Cevap: bütün bilgiler, hepsi; Geçmişe ait olan, yeni bastırılmış ve daha geniş bir alan olan geleceğe ait tüm bilgi! Neden? Tüm bunlar "orijinal arketip" olarak adlandırdığımız özgürleşmeye (yani bilinenden özgürleşme sürecine) geri dönmek. Geleceğimize yönelmeden önce geçmişimize gömdüğümüz ve geleceği görmekten alıkoyan bütün duvarlardan ve yaşantıdan kurtulma -yani hepsini de bilince çikarıp dönüştürerek özgürleşme. Tüm bu ıslah edici şablonları ve içinde bulunduğumuz gerçekliği tanımlayan kuralların bizi gelecekten nasıl alıkoyduğunu anlayıp (bilince çıkarıp) bastırılmış olandan kendimizi özgürleştirme süreci. Burada bulunanlardan kaç kişi bu tür bir Uranüs transitinden geçiyor? Hımm, bu kadarcık mı? Önemli olan bugün burada bir çoğunuzun olması.

Her hangi bir Uranüs transitiyle karşılaştığımızda tüm bu bilgi kaynakları tıpkı bir sızıntı gibi bilincimize akacaktır. Tekrar hatırlatmak gerekirse, tüm bu kaynaklar başta yaşadığımız gerçeklik ve onu ifade ediş biçimimizle hiçbir alakası olmayan anlamsız, ilişkisiz ve mantıksız şeyler gibi gelebilir. Fakat bu durum çelik bir kasaya atılan el bombasının yaratacağı bir etkiye sahiptir. Bu kasa sevgili Satürn’dür. El bombasının hangi planet olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Natal veya transit Uranüs’ün ortaya çıkardığı gerilime karşı 3 farklı tepki verebiliriz:

1- Bastırabiliriz. Meşhur "Bir sonraki güne erteleme tekniği".

2- Kendimizi bütünüyle bu gerilime bırakabiliriz. Her şeyi dağıtabilıriz. Tarot'daki Iconoclast veya Hermit.

3- Onu gerçekleştiriyormuş gibi bir davranış içine girebiliriz. Bu en genel reaksiyondur.

Şimdi, kollektif bilinçdışı/bilinç ve kişisel bilinçdışı denilen şeyler arasındaki büyük farkı anlamaya çalışalım. Bu terimleri daha önce duyduk, değil mi? Fark nedir peki? Kişisel bilinçdışı yalnızca bize ait olan yani kendi bilinçdışımızı içerir. Tektir, kişiseldir ve bireysel olarak yalnızca bize aittir. Kollektif bilinçdışı/bilinç Neptün, 12. Ev ve Balık Burcu’yla ilişkilidir. Üç bolüme ayrılabilir. Eğer Jung Psikolojisini gözden geçirdiyseniz terimler size pek yabancı gelmeyecektir. Her neyse, bölümler şunlar:

(1) Kalıtsal

Bilincin asli yapısı ve konumu her ırk için farklı ve tektir. Örneğin bir Asyalı köken olarak bir Kafkas'tan farklıdır.



(2) Ulusal

Bir Kanadalı’nın kollektif niteliği ve konumu Zaire’de yaşayanlara göre büyük farklılıklar gösterir. Ulusal bilinç içerisinde dini bilinç de yer alır. Örneğin Birleşik Devletler’deki Güney ve Kuzey-doğu halkları arasında karşıt bir bilinçdışı söz konusudur. Quebec taraflarında yaşayan Fransız kökenli Kanada’lılarla İngiliz Kolombiya’sında yaşayan Kanadalı’lar arasında büyük bir fark vardır.



(3) Evrensel

Dünyadaki bütün insanlar insan bilincini paylaşır. Hepimiz de aynı türden geliyoruz -insan. Kollektif bilinç düşünce dalgalarının bütünlüğünün zamanın her hangi bir anında planet üzerinde yoğunlaşması anlamına gelir. Şu anda, burada, zamanın şu anında Dünya’da birçok şey oluyor ve biz burada toplanmış konuşuyoruz. Bütün deneyim ağı şu anda oluşuyor ve bu deneyimler zamanın her hangi bir anında kollektif dalgalarla bir ilişki içerisine girecektir. Neptün fonksiyonumuzdan dolayı bir şekilde hepimiz bu dalgalara karşı duyarlıyız; onları tıpkı radyo dalgalarını alan bir radyo gibi almaktayız. Çünkü bir çok insanın bilinciyle farkedemediği dinamiklerin %70’i, ya da her neyse, Neptün’ün kendini ifade ediş biçimidir. Yaşadığı dönemi yansıtan karaktere sahip insanlar vardır. Geriye kalan % 30’luk bölümde ise zamandan ve olaylardan kendimizi ayrı tutup bağlarımızı koparmalıyız.

Kollektif bir bilinçdışmız da vardır. 1968 yılı boyunca bunun büyük bir örneğini yaşadık. O dönemde hepimizin karşılık verdiği bir dalga bütünlüğü mevcuttu. Simdi kollektif bilinçdışına kaydı. Bu zamana kadar, bütün varlıklar için kollektif bilinç ve bilinçdışının her üç açısından da bir anı haline gelmiştir. Hepimiz Vietnam Savaşı’ndaki olayları ve o dönemde yürütülen mantığı biliriz; mesela Domino Teorisi. Peki Nikaragua olayı çıktığında aynı mantık nasıl su yüzüne çıktı? Eski Domino Teorisi tekrar ortaya çıktı. Bu olay 1968’deki olayları tetikleyen olaylarla benzer özellikler taşır. Kollektif bir tutum yaratır. İşte size ilginç bir nokta!; Vietnam Savaşı başladığında insanların % 70’i bu savaşı destekledi, % 30’u ise şiddetle karşı çıktı. Şimdi Nikaragua olayına bir bakalım. Bu olaya her 100 kişinin 70’i karşı, % 30’u ise destekliyor. Oranın değişmesine yol açan kollektif bilinç ve bilinçdışı arasındaki bu ilişki, yanlış olduğu önceden kanıtlanan bir mantığın tekrar etmesiyle tetiklendi. Birleşik Devletlerde yaşayan insanların % 70’i Uranüs fonksiyonuna karşı kendi mantığını seçti ve bu yüzden büyük bir hezimete uğradı (Uranüs) bundan dolayı Nikaragua olayına devletin hiçbir şekilde karışmasını istemiyor. Geriye kalan % 30 veya 35’lik bölüm ise Vetnam olaylarını hiçbir zaman desteklemedi ve şu anda Nikaragua olayını da desteklemiyor. Kısaca her hangi bir toplumsal gruplaşma içerisinde (Uranüs) % 30’luk bir oran her zaman geçmiş ile kişileştirilecektir.

Alt çizgi şudur: Hepimizin bir Neptün fonksiyonu var; kollektif anın zamanın her hangi bir noktasındaki doğasının bütünlüğüyle ilişkilendirilen bir kollektif bilincimiz/bilinçdışımız var. Peki bu durum Uranüs üzerinde ne tür bir etki yaratır? Yani zamanın her hangi bir anında bir planet üzerinde toplanan şeyin bütünlüğü kendimize has niyetlerimizi (Uranüs) nasıl etkiler? Yaşam biçimimize (Uranüs) ne tür bir etkide bulunur? İçsel ve dışsal olarak kendimizi dönüştürme biçimimize (Güneş -Güneş Uranüs'ün doğal karşıtıdır) ve içinde yaşadığımız millete ve topluma nasıl bir yön verir? Hatta seçimler yapmanızı, ya da nerede yaşayacağınıza ve dahası ne yapacağınıza nasıl yön verir? Tarihten örnek verecek olursak Uranüs Yay Burcunda olduğunda ne gibi şeyler söz konusudur? Böyle bir durumda karşımıza çıkan şeylerden birisi de diğer dönemlere göre daha büyük toplulukların göçüdür. Burada Kanada’ya sığınmak isteyen insanlarla bir çok sorun yaşanıyor, öyle değil mi? Bu, gezegenin bir çok yerinde olagelmekte ve sosyal değişime işaret etmektedir -Neptün Oğlak Burcu’nda. İster kendi ülkelerinde isterse başka bir ülkede kendilerine bir yer bulmaya çalışan ve kendi yaşam biçimlerini arayan toplulukları Yay Burcu’ndaki Uranüs temsil eder. Sosyal alanların yer değiştirmesi, ve bir ulusun sınırları içinde yer alan grupların diğer alt grupların etkisiyle başka bir grup bütünlüğü oluşturması devlet politikasını da değiştirir. Adım adım kollektif dalga kendini ortaya çıkarır ya da başka bir yerde ifade etmeye başlar. Yay Burcu’ndaki Uranüs birçok ülkeyi ve etnik grubu denetimi altında tutan güçlü ülkelerin mantık dolu politikalarını felsefik ve dini açıdan kontrol etmeye çalışır. Tabii bu durum alt guruplar arasındaki fesefi ve dini çizgilerin yoğunlaşarak birbirine karşıt hale gelmesine neden olur. Bu durumda kimin inançları kime üstün gelecek? Bu tür durumlarda bu baskıya dayanan alt gruplar kendilerini ortaya koyup ifade edebilecekleri diğer alanlara (içinde yaşadıkları ülkenin farklı alanları tarafından bir mıknatıs gibi çekilip) akın ederek hoşlandıkları akıllı insanlarla (Uranüs) yaşamayı deneyecektir. Bu durumun en büyük örneği şu anda Lübnan’da , İran/Irak savaşında, Sri Lanka’da ve Kuzeybatı Pasifiği kendilerine mal etmeye çalışan Neo-Nazi gruplar arasında görülmektedir.

1900’lü yılların başında Uranüs Yay Burcu’ndaydı. O Yüzyılın başlarında ortaya çıkan en büyük icatlardan (Uranüs) birisi de otomobil ve "hava" yoluyla iletişimdi -örneğin radyo ve uçak. Peki böyle bir değişim ve yenilik HERKESİN üzerinde yaşadığı Dünya’nın değişkenliğine ne tür bir devrim (Uranüs) getirdi ve bireysel farkındalığı nasıl genişletti? Yine aynı sembolle karşı karşıya değil miyiz? Şimdi de uzay yolculukları gündemde. Tabii aynı zamanda diğer yolculuk biçimlerini de değiştirmeyi ve Dünya’nın yörüngesine yerleştirdiğimiz uydularla gezegenimizin her yerindeki olaylardan anında haberdar olmayı planlıyoruz. Peki, evrene bu kadar açılıyorsak, Dünya üzerindeki yerimizi değiştirmek veya uzun vadede göç etmek gibi durumlara karşı uzayın tavrı ne olacak? Burada küçük bir pervaneli uçağın zaman içinde bir Boeing 747’ye nasıl dönüştüğünü ve hava taşıtlarının uzay taşıtlarına nasıl zemin hazırladığını dikkate almak gerekir. Bu durum geçmişten kopmak (Uranüs’ün doğası) için sosyal ve bireysel yapı üzerinde oluşan devrimsel etkilere küçük bir örnektir. Peki tüm bunların sizinle bir ilgisi var mı?

CEVAP – Evet, evet.

Donmuş gibi görünüyorsunuz. Tamamıyla afallamış! Jung terminolojisinde Uranüs bireyleşme sürecine karşılık gelir. Daha önce bahsettiğimiz diğer üç fonksiyonla birlikte Uranüs ayrıca sizin arkadaşlar olarak tanımladığınız insanları ve sosyal bağlar kurduğunuz insan gruplarını da temsil eder. Peki bu gezegende, bu ülkede veya Toronto’da neden şu kişiyle arkadaşlık kurup şununla kurmuyorsunuz? Seçim yaparken insanları neye göre ayırıyorsunuz? Bu soruyu "benzer fikirlere sahip olduğumuz insanlarla" cümlesiyle cevaplayabiliriz. Hepimiz sosyal olarak güvenliğe (Uranüs-Satürn birlikteliği) ihtiyaç duyarız. Bu ihtiyacin ortaya koyduğu durumlardan birisi de aynı düşünceyi paylaştığımız insanları ve grupları seçmektir; kısaca "gerçekliği bir bütünlük içerisinde bir araya nasıl getirdiğimiz". Arkadaşlığın kurulmasını belirleyen nitelik işte budur. Ampirik bir açıyla baktığımızda batı toplumlarının genelinde gördüğümüz şey şudur;

(A) İnsanların 1/3’ü kendisini geçmişe, geçmişten günümüze gelen tüm değerlere, yapılara, inançlara ve denenmiş şeylere adapte ederler. Buna en iyi örnek Birleşik Devletler’de uygulanacak sosyal programlar için R. Reagan’ın 1920’lerde uygulanan bir programı örnek göstermesidir -gönüllü olmak.

(B) 1/3’lük diğer diğer grup şu anda olana karşı farklı derecelerde isyan içindedir. Bu kişiler sosyal yapılarda devrim yaratıp değerleri değiştirmek isterler -iconoclastlar, sosyal asiler, toplumun avante-garde ucu, kanunsuzlar, politik ve dini devrimciler ya da Hermit. Bu gruba şimdilerde teröristler de giriyor, değil mi? Terörizmin dayanak noktası dini ve değerlere dayanan sebepler olduğundan, fanatik Müslümanlar kendilerinin anlattığı Müslümanlığın fanatik Müslümanlık anlayışlarından bile daha iyi, hatta en iyisi olduğunu düşünmektedirler. Sosyal olarak asi davranışların bu pisliği yarattığına ve onların bunu düzelteceğine inanmaktadırlar. Bu her yerde karşımıza çıkar; Sri Lanka, Kuzey İrlanda, İran, Irak, Filipinler, ve Hindistan’da da aynı şekilde ortadadır ve farklı dini mezhepler arasında da aynı yoğunlukta devam etmektedir. Köktenci Hıristiyan’lar kendilerine göre yorumladıkları İncil’i herkese kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bu tür felsefi ve dini asilikler (isyanlar) çeşitli ülkelerin farklı bölümlerinde anarşiye ve totaliterciliğe veya iki farklı ülkenin birbirini karşısına almasına yol açmaktadır. Dini veya felsefi anarşi kesinlikle Yay Burcu’nda olan Neptün ve Uranüs’ün olaylarıdır. Bu duruma totaliter bir diğer cevap da Oğlak Burcu’ndaki Uranüs ve Neptün’dür. Bu durumu anlamak için en önemli nokta şudur; Günümüzün gayri memnunları veya sosyal asileri daha farklı bir zamanda kendilerine yer bulabilirlerdi. Şu andaki sosyal içeriğin en belirgin doğası kimin kim olduğunun belirlenmesidir.

© Geriye kalan 1/3’lük oran ise büyük bir duygu karışıklığı içerisinde her iki durumu da hem talep edip hem de reddetmektedir (ambivalent). 3. gurup, sosyal değişimde bilinçli ve aktif olarak yer almaz bu yüzden sosyal değişimlerinin neden bilinçli, aktif olmayıp genellikle çok yavaş olduğunu görebilirsiniz. Bu insanlar çoğunluğa uyarlar. İki farklı durumla karşılaştıklarında akıllarını toplayıp bir karar veremezler. Pluto’nun Uranüs’le birlikte Başak’ta biraraya gelmesinin yarattığı kuşak bu basit gerçeği çok iyi yansıtır; geçmişe karşı asi bir tutum sergileyen insanlar (1/3) “Punk”çı oldular. Dedelerimizin kuşağını tekrar tanımlayıp yansıtan diğerleri (1/3) ise tutucu oldular. Çoğunluğa bakarak hareket eden son gurup (1/3) ise grup baskısını farkedemeyecek kadar uzak bir yerdedir -bu da Uranüs’ün özelliklerinden birisidir. Dışarıdan bakıldığında hepsi de bir dereceye kadar “punk” görünürler ancak içeriden bakarsak korumacı olmak zorunda olduklarını görebiliriz.

Ergenlik dönemine geldiğimizde hayal–meyal farkettiğimiz grup baskısına şüpheyle yaklaşırız. Bizim toplumumuzda bu baskı kendini ilkokul ve ortaokula gittiğimiz dönemde gösterir. Birçoğumuz ilkokul ve ortaokula gittik. Hepimiz sosyal ıslahı ve grup baskısını yaşadık. Eğer liseye gidiyorsam ve etrafımda bir sürü “punk” varsa kendimi tanımlamak için bu sosyal baskıyı üzerinde hissetmeyecek miyim? Bunu benliğime almak ve doğamla uyuşup uyuşmadığını anlamak gibi bir “günah”ı denemeyecek miyim? Hepimiz bu tür şeyler yaşarız.

Bu üçlü ayrım, yaşadığımız dönemdeki bütün topluluklarda vardır. Uranüs aktifleşmeye başladığında çatlayan toplumdaki potansiyel olayları görmeye başlarız. 3 temel öge kendi içinde aktifleşmeye başlar. 1960’lı yıllarda kendimi geçmişe baş kaldıran bir grup veya dönemin hüküm süren durumuyla özdeşleştirebilirim. O dönemin öğrencileri tarafından (hippiler ve çiçek gücü) ifade edilen (yeni) değerler ve dönemin fikirleriyle kendi benliğimi tekrar tanımlayabilirim. Ve bunu o kadar köklü bir şekilde yaparım ki o değer ve fikirler Reagan devrimi gelene kadar bende hiç değişmeden kalabilir. Ve tabii Reagan devrimi 60’lıların 70’li yıllarda kurduğu temel düşünceye karşı oluşturulmuş bir devrimdir. Buradaki en temel nokta şudur; toplum içinde farklı yönlere sahip 3 grup da hiç değişmeden aynı kalır. Kimin hangi gruba gireceğini belirleyen şey sosyal değerleri, kuralları, fikirleri, yaptırımları ve toplum kurallarını neyin geçerli kıldığıdır. Bu olay sürekli etkileşimi, değişen dönemleri ve Uranüs ve Satürn döngülerini birbiriyle ilişkilendirir.

Çatlamaya uygun düşen bu durum Uranüs’ün Yay’da Pluto’nun da Akrep'te olduğu dönemdir. Burada hatırlanması gereken en önemli şeylerden birisi de temel değişikliklerin arkasında Satürn sonrası planetlerin olduğudur. Bu çatlamanın ışığında birçok ülkedeki sosyal ve kültürel temellerin yeniden tanımlandığını görebiliyor musunuz? Peki 35 yıldan beridir kaynakçılık yapan ve bütün bu süre boyunca hükümete vergisini ödeyen kişinin işten çıkartılıp yerine bir robot konması durumunda ne olur? Ve şu andaki hükümet politikası işsizlere iş bulamazken bu durumda kişi ne yapar? Bunu yalnızca bir kişi için değil, binlercesi için düşünün. Buradaki sosyal yabancılaşmayı görebiliyor musunuz? İşte Yay Burcu’ndaki Uranüs! Peki bu durum toplumda bir çatlağa ya da sosyal değerlerin tekrar tanımlanmasına neden olur mu? Peki ekonomik sebeplerden dolayı (Pluto Akrep’te) çiftçilerin tarım alanlarının dağiştirilmesi için devlete başvurması ve şehri farklı alanlara doğru büyümesi için zorlaması durumunu ifade eden Oğlak’taki Neptün’e ne demeli? Bu insanların bu şehirle başa çikmak için ne yeterli psikolojik sabırları ne de tahammülleri var. Bu durum Kuzey Amerika rüyasının çöküşü mü? Birçoğu için kabusa dönüşecek tatlı bir rüya değil mi? Pluto ve Uranüs’ün Başak’ta olduğu dönem dünyaya gelen ve çocukluk döneminde nükleer savaş ve potansiyel vahşeti yaşayan kuşağa ne olur? Bu kuşak kendi geleceğine ne tür bir psikoloji taşır? Peki bu psikoloji sosyal düzen içinde kendini nasıl açığa vurur?

Uranüs bu kırılmayı teşvik edebilir. Pluto kutuplaşmayı, Neptün ise en uç noktaları teşvik eder; fanatiklik, geçmişteki hayallerin gerçek gibi kabul edilmesi, aynılık adına birleşmek veya aldanma ya da çeşitliliğin bir araya gelişi.Tüm bu dinamikler aynı zaman diliminde bir araya geldiğinde yolunu pislik içinde arayan ve kendi değerlerine ters düşen diğer guruplara meydan okuyan bir gurupla karşılaşırız. Sonra da Sovyet Cumhuriyetleri’ni kötülüğün imparatorluğu olarak niteleyen Reagan’ın empoze etmeye çalıştığı doğruculuğun ne kadar aptalca olduğunu görürüz. Bu çatlama ve kutuplaşma potansiyel olarak patlamaya hazır birçok durumu bünyesinde barındırır.

Var olan yapının devrimci ve büyümekten alıkoyan yönünü yansıtan Uranüs/Saturn ilişkisini kısaca şöyle tanımlayabiliriz: Uranüs ve ayları tarafından harekete geçirilen bir uzay gemisi. Bu olaya kadar bilim adamları güneş sısteminin doğası ve ötesi konusunda oy birliğiyle paylaştıkları bazı fikir, düşünce ve teorilere sahipti. Dünyadan gönderilen uzay aracı Uranüs'ü incelediğinde Güneş'e bakan kutbunun diğer kutuba göre daha soğuk olduğunu fark etti. Diğer yeni (radikal) keşiflerle birlikte bu durum bilimadamlarını sahip oldukları fikirleri tekrar gözden geçirmeye zorladı çünkü bu fikir ve teoriler yeni keşiflerin ortaya koyduğu bulgularla uyuşmuyordu. Yeni fikirler genişleme ve gelişmeye yol açtı. Burada ayrıca ıslah etme ve özgürleşmenin geçmişte yer alan temel prensiplerini de gözlemlemek mümkündür. Bu da sırasıyla en uç noktada olanın veya bütün gerçekliğin keşfedilmesine olanak sağlar. Bu vakada belli bir noktaya kadar Güneş Sistemi ve ötesinin gerçek ve evrensel kanunlarını keşfetmek mümkündür. Ayrıca Uranüs'ü inceleyen uzay aracının var olan bütün fikirleri kökünden sallaması endişe edilecek bir durum değildir.

Uranüs’ün doğasını yanlış yargılayıp bastırmaya çalışan Satürn’ü en iyi yansıtan örnek Velikovski olayıdır. Velikovski gezegenimizdeki insanlığın gelişmesi için jeolojik ve coğrafik alanlarda inanılmaz işler yapmış bir bilim adamıdır. Bu çalışmalarının ışığında dünyanın yörüngesinin bir çok kez değişim geçirdiğini fark etmiştir. Bu durumun farkına varılması yörüngesel boşlukların yersel sebeplerden değil göksel sebeplerden oluştuğunu ortaya koydu. Bu O'nu Güneş Sistemi'ni araştırmaya itti. Güneş Sistemiyle ilgili araştırmaları sonucunda Venüs gezegeninin bir zamanlar Jüpiter’in bir parçası (Jüpiter’in üzerinde yoğunlaşan temel semavi etkiyle uzaya fırlamış ayrı bir beden) olduğunu keşfetti. Bu keşif –eğer teorisi doğruysa– Venüs’ün atmosferinin nasıl olacağı konusunda araştırmalar yapmasına yol açtı. Tüm bunlar 1950’lerin ortalarında gelişti. Bu dönemde Venüs’ün atmosferinin nasıl olduğu konusunu araştıran bilim adamları Velikovski’nin fikirleriyle tam tamına ters düşüyordu. Velikovski bu yüzden çok eleştirildi. Ortaya koyduğu fikirler ve yazdığı kitaplar tamamıyla bir hayal olarak tanımlanıp büyük bir önyargıyla karşılandı ve üniversite kampüslerinde bulunması yasaklandı. Peki Venüs’ü incelemek üzere gönderilen uzay aracı geriye geldiğinde ne oldu tahmin edin; Velikovski haklı çıktı.

Einstein bu tür durumlar için Uranyen yönlerini (Kuzey ay düğümü ve Jupiteri Kova’da, Pluto’su 11. evde ve Uranüs’ü de Başak’taydı) kullanarak çok önemli bir tespitte bulunmuştur; "büyük ruhlar her zaman orta seviyeli insanların muhalefetiyle karşı karşıya kalmıştır". Buradaki durum kısaca şudur: eğer natal Uranüs'ünüzün içinde bulunduğu evi, diğer planetlerden aldığı açıları ve transitleri ıslah etmeyip kullanmayı öğrenirseniz özünüzle ve dehanızla temas etmiş olursunuz. Ancak ıslah etmeye çalışırsanız, orta seviyeli beyinlerin (Saturn) yargısına hazır olun. Uranüs’ü gerçekleştirmek büyük bir cesaret ister çünkü ortada olan farklılığınızı, dolayısıyla da yalnızlığınızı yaşamak zorunda kalırsınız. Bu durumda sosyal ve bireysel benliğinizi oluştururken sosyal sorunlardan (bir gruba bağlı olmak koşuluyla o grup tarafından destek görmek gibi) arınmış olursunuz.

ÖRNEKLER

Şimdi yukarıdaki prensiplerin Uranüs ile nasıl özdeşleştirildiğini örneklerle inceleyelim; sorularınızı yöneltebilirsiniz. Uranüs kuşak yaratan bir planettir. Bir burçta ortalama 8 yıl kalır. Yengeç burcundaki Uranüs’ü örnek olarak verelim. Gezegenimizde Uranüs’ü Yengeç’te olan milyonlarca insan var. Konuyu bu noktayla sınırlı tutarsak şu ana kadar tartıştığımız fikirlerin ışığında Yengeç’teki Uranüs ne anlama gelir? Uranüs’ün Yengeç’teki niyeti nedir? Şimdi sizin konışma sıranız.

Cevap: Ev yaşamının dönüştürülmesi.

-Tamam, başka?

Cevap: Aile yapısının değiştirilmesi.

-Tamam. Daha başka? Uranüs Yengeç’teyken en uçtaki özgürleşme hangi alanda gerçekleşir?

Cevap: Mutfakta!

-Yani artık Suzi ev kadını değil mi?

Cevap: Mikrodalga fırın.

-Peki arketipsel niyet nedir?

Cevap: Duygusal güvenlik mi aceba? Kişisel ve duygusal güvenlik... Peki neyin geliştirilmesi durumunda?

-Bu durum yaşamda Uranüs kendini nasıl ifade eder?

Cevap: Rahat olan kökünden sallanır ve henüz bulamadığımız bir başka gerçekliğe, gerçek gerçekliğe doğru bilinçdışımız tarafından itiliriz.

Peki bu, bütün insan gruplarının kendi içsel güvenlikleriyle iletişime geçme gerekliliğine işaret etmez mi? Yani duygusal güvenliğin ve bağımlılığın ortaya koyduğu tüm harici durumlardan özgürleşme ihtiyacını ifade etmez mi? Eder. Sonuç olarak bu durum ailelerde bir çok soruna yol açar. Çünkü bu insanlar gerçekci olarak en temel seviyedeki bir çok durumda aileleriyle karşıt fikirlere sahip olacaktır. % 30’luk gibi küçük bir yüzde ailenin tekliğini, çocuğun gerçek bir birey olarak büyümesi gereğini savunacaktır, ancak genel anlamıyla konunun temeli bu değildir. Geriye kalanlar, yani % 70’lik bir oran aile içinde birey olma hakkına sahip olmayan bir konumda büyüyecektir. Yani az önce bahsettiğimiz desteğe sahip olmadan. Tabii bu durum ailelerin çocuklarının en iyi şekilde yaşaması için ellerinden geleni yapmadığı anlamına gelmez. Ancak şu bir gerçek ki % 70 çoğunluğa sahip olan aileler çocuklarının bireysel hayat taleplerini anlayacak yeterli deneyime sahip değildir. Bu da çoğunlukla çocuğu kendi içine döndüren bir sebeptir. Çocuk içe döndüğünden dolayı karşısına çikan sorunları kendi kendine halletmek ve kendi kendine annelik yapmak zorunda kalır. Birer çocuk olduğumuz için, tabii ki hiçbirimiz neden böyle bir duruma itildiğimizi sorgulayacak yeterli deneyime sahip değiliz. Bu durum psikologların “duygu yitimi” dedikleri soruna yol açacaktır. Çözülmemiş duygular yetişkinlik dönemine taşınacak ve arkadaşlar ve sevgililer üzerinde yansıtma ve ağır talepler olarak ortaya çıkacaktır. Bu kişiler yaşamlarındaki en temel dersin kendi içsel güvenliklerini ve kendi kendilerine annelik yapmayı geliştirmek olduğunu fark edemeyecek, anne ve babayla ilişkilendirilen bu konular kapanması çok zor birer yara haline gelecektir. Bu ders öğrenilinceye dek yetişkin ilişkiler sürekli rahatsızlık yaşanan döngülerin kaynağı olacaktır, çünkü talep edilen şeyler ve yansıtılan duygular, arkadaşlar ve sevgililer tarafından doyurulamayacaktır. Döngüsel olarak birey dersini öğrenene kadar her zaman geriye dönecektir. Bu durum tıpkı bir vıdeo şeridi gibi tekrar tekrar seyredileceğinden, uzun vadede anlaşılıncaya dek, kişiye objektif bir şekilde (Objektiflik - Uranüs) bağımlılıklarının, hislerinin ve duygularının temelinde yatan sebeplerin ne olduğunu gözden geçirme şansını verir.

Sebepleri inceleyerek, tüm bu tuzaklara nasıl düşüp onlar tarafından nasıl esir alındığımızı anlayabilir ve kendimizi onlardan özgürleştirip kurtarabiliriz. Tabii bu mutlaka gerekli olmak zorunda değil. Ancak kendi çocukları için iyi birer anne baba olmak isteyen kişiler üzerinde çok ciddi bir etki yaratacaktır.

Burada karşımıza çıkan şey kendi tekliğini, kendi duygularını, hislerini ve bunlara neden olan sebepleri araştırarak keşfetmeye çalışan insan gruplarının takındığı tavırdır. Bu kişiler bunu yapmakla onları bağlayan şey tarafından kontrol edilmeyi değil ondan özgürleşmeyi talep etmektedirler.

Ortada olan doğanın ve kimliğin keşfedilmesi, ıslah edimeyen benliğin, duygusal beden aracılığıyla ortaya çıkmasına yol açar . Kendine göz kulak olmak, kendi içsel güvenliğini ve gerçek kimliğini kabul etmek söz konusu olduğunda bu, insanların nasıl birer anne baba olacağını etkilemez mi? Bir grup olarak, kendi anne ve babalarının olduğundan daha farklı bir anne baba, ‘yeni‘ bir ebeveyn olabilirler mi? Kendi anne babalarının ıslah ediciliğine bir zamanlar isyan eden bu kişiler kendi çocuklarını birer birey olmak için teşvik edip destekler mi? ‘Her kimsen o ol‘ mesajı çocuklara verilmesi gereken en açık mesaj değil midir? Bu insanlar anne babalarıyla sorun yaşayıp bu sorunlardan kendilerini kurtaran kişiler olarak kendileri anne baba olduklarında, önceden devraldıkları eski düzeni şimdi kendilerinin koyduğu yeni düzenle değiştirmek durumunda değil midirler? Kendi bireysel ve sosyal kimliğini kazanan birey birey olarak çocuklarına da bunu sağlayabilirler mi? Uranüs Yengeç’te olduğunda, toplum tarafından tanımlanan yapıların ve kristalleşmiş kuralların yıkımı söz konusudur. Uranüs insan ırkının, aile olarak adlandırılan sosyal sistemin ve toplumun evrimini hızlandıran bir gezegendir. Bu insanlar birer planet olarak ele alındığından, tıpkı rüzgarda uçuşan bir tohum gibi birer ‘tohum insan‘ görevine sahiptirler ve bu görevde, gerekli olan yapılarda değişim gerçekleştirmek üzere hareket ederler.

devam edecek...

Çeviren: Mehmet Arap

Jeffrey Wolf Green yirmi beş yıldan bu yana Seattle'da profesyonel astrologluk yapmaktadır. Pluto:The Evolutionary Journey of the Soul, Cilt 1-Cilt 2'nin yazarıdır. Ayrıca Evrimsel Astroloji Okulunun kurucusudur. Daha fazla bilgi için linkler sayfasından web sitesini ziyaret edebilirsiniz.

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
11-20-2007 05:21 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #2
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -2
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -2

Jeffrey Wolf Green

Burada söz konusu ettiğimiz şey, kendi duyguları, hisleri ve içinde bulunduğu halleri gözlemleyip sınayarak, kendi tekliğini bulmaya çalışan bir grup insandır. Bunu yapmakla bu kişiler, az önce bahsettiğimiz durumlar tarafından kontrol edilmeyi değil, onlardan kurtulmayı amaçlamaktadırlar. Islah edilen benlik, esas doğası veya kimliğini keşfettiğinde, kendini duygusal beden aracılığıyla ifade eder. İçsel güvenlik, kendini besleme ve kendi gerçek kimliğini kabul etme dersleri kendini gösterdiğinde, acaba bu durum, bu kişilerin nasıl birer ebeveyin olacağını etkilemez mi? Bir grup olarak bu insanlar kendi anne ve babalarından farklı ve "yeni" birer ebeveyin davranışı sergilemezler mi? Doğal olarak, doğuştan itibaren anne ve babalarının ıslah ediciliğini sorgulayan ve açıkca buna isyan edip bunu topluma yayan bir grup olarak bu insanlar kendi çocuklarının tekliğini savunup onları kendileri olmaları için yüreklendirir mi? "Her kimsen, O ol" mesajı, çocuklarına vermeleri gereken en önemli mesajdır, öyle değil mi? Bu insanların çocuklarını etkileyen gezegenin uzun vadedeki gerçek niyeti, aslında, "büyüyüp kendileri birer ebeveyin olduklarında çocukları ve kendileri için yeni bir sosyal ve bireysel kimlik kazanmak için mücadele etme" olarak kendini ifade eder. Uranüs Yengeç burcunda herhangi bir toplumun yapısıyla tanımlanan kristal yapının kırılmasına yardım eder. İnsan organizmasının evrimleşen büyüme oranını ve gerçekliğini ve onun aile, toplum, ve uygarlık isimleriyle tanımlanan sosyal sistemlerinin evrimini hızlandırır. Bu insanlar tıpkı rüzgarla yol alan bir tohum gibi en uygun yerde büyüyüp serpilmek ve gerekli değişimi gerçekleştirmek üzere birer "tohum insan" olarak Uranüs’ün ışığını içlerinde taşırlar.

Tabii, bu Yengeç’teki Uranüs’ün genel anlamıdır. Peki, Uranüs/Yengeç birlikteliğinin ortaya koyduğu arketip bir insanda kendini nasıl ifade eder? Resmi daha iyi kavrayabilmek için Uranüs’ü 9. Ev’deki Yengeç Burcu’na yerleştirelim. Bu konuda herhangi bir fikri olan var mı?

Cevap: Dini bir gurupta güvenlik aramak. Eski veya yeni dini öğretileri kendi çocuklarına öğreten kişi. Yolculuk yaparak aydınlanmaya çalışmak. Bir ülkeden başka bir ülkeye göç etmek. Kültürel bariyerlerin yıkılması. Kültürel köprüler inşa etmek. Felsefenin kültürel motiflerini yıkmak. Dinin kültürel motiflerini yıkıp yerine yükselen bir bilinç inşa etmek.

Bu birlikteliğin temel arketipsel niyeti öncelikle özgür bir düşünür olmaktır. Soyut ve kavramsal düzlemde (9. Ev) bu birlikteliğin niyeti bireyleri kendi doğalarını keşfetmekten alıkoyan yasaklayıcı inanç sisteminden kurtarmaktır. Bu yüzden, eğer, kozmolojik gerçekliği araştıran birey, özgür düşünceyi besleyip destekleyen bir kültür içinde yaşamıyorsa, bu kadar bağlayıcı ve sınırlayıcı olan felsefi gerçekliği karşısına alarak isyan bayrağını çekecektir. İçsel düzlemde bu arketip, bireyin bir çok hayat boyunca topladığı aşırı bilgilerin ayıklanmasını ve gereksiz olan fazlalıklardan kurtulmayı temsil etmektedir. Birey eğer bunu yaparsa Yengeç’in güvensizliği kendini ortaya çıkara bilir, çünkü Yengeç arketipi çoğunlukla güvenliği hali hazırda varolan dışsal yapılarda arar. Yengeç rahimle ilgilidir. RAHİMden ayrılmak güvenliği yitirmek anlamına gelir. Bu yüzden bireyin öncelikle yapması gereken şey, "kendini keşfetmenin İÇSEL RAHİMine terfi etmek" için kozmolojok bir felsefe (deneysel olarak, kozmolojik ve metafiziksel açıdan güvenlik duygusunu tanımlayıp genişletmesine izin veren bir felsefe) keşfetmeye yönlendirmelidir. Yani, kendi inançlarının doğası tarafından sınırlanmayan bir felsefe keşfetmek. Burada ihtiyaç duyulan felsefe, koşulsuz ve yasaksız bir şekilde kişisel genişlemeye izin veren bir felsefedir.

Eğer birey bu arketipe olumlu yaklaşırsa, eklektik bir düşünür olmakla suçlanacaktır. Eklektik düşünür, kendi öz doğasına dayandırdığı düşünceleri ve felsefeleriyle, toplumun temel düşüncelerini yansıtan ve yapay güvenlik duygusu aşılayan felsefelerini tehdit eder. Böylelikle, birey kristalleşmiş temel toplum inançlarının yasaklayıcılığına karşı isyan ettiğinde ya da ailenin dini inançlarına başkaldırdığında, aynı şekilde toplum da ona ve inançlarına baş kaldıran kişiye savaş açacaktır. Bu kesinlikle olacaktır, çünkü birey aile veya toplum tarafından (varolan inançların sağladığı güvenlik ve bağımlılığa karşı çıkan) bir tehdit unsuru olarak algılanacaktır. Aile veya toplumun genel görüşünü oluşturan insanlar tarafından felsefi açıdan soyutlanan kişi, Yengeç’e ait olan "anlaşılmama, fark edilmeme ve beslenip korunmama" duygularla karşı karşıya kalacaktır. Toplumun ihtiyaç duyduğu şeylerin toplum tarafından ortaya konulan temel düşünce ve felsefelerle elde edilemeyeceğini fark eden birey, kendisi adına duyduğu bu ihtiyacı doyurmak için gittikçe daha içe yönelerek felsefi ve duygusal ihtiyaçlarını keşfe çıkacaktır. Böylelikle içsel güvenliğe doğru giden yolda ilk adım atılıp ilk ders öğrenilmeye başlanacaktır. Çünkü, bu şekilde davranan insanlar için en uç noktadaki etki, yalnızca kendi kozmolojik kimliklerini kökünden değiştirmek değil, herhangi bir köktenci sistemin ortaya koyduğu kristalleşmiş ve gelişime engel olan inançları da kırmaya yardım etmektir. Bu insanlar, doğuştan getirdikleri veya sonradan geliştirdikleri yeteneklerini başkalarına öğretirken, yalnızca kendi doğalarını (Yengeç) nasıl kazanacaklarını anlatmak için değil, ayrıca kendi inanç sistemlerinin doğasını ve bu sistemlerin onların kişisel kimlik duygularına ve genel gerçekliğe nasıl katkıda bulunduğunu da anlatmaları gerekir. Ancak öğrenilmesi gereken bir diğer ders de tüm bunları diğer insanlara aktarırken onları konuya yabancılaştırıp isyan ettirmeden (9. Ev), kendi dönüşümlerine ihtiyaç duydukları noktalarda kendilerini anlamalarına yardım etmektir.

Şimdi, Uranüs’ü Yengeç Burcu’nda ve 9. Ev’de doğan insanların yalnızca 1/3’ünün (haritalarında bu davranışı ifade etmelerini gerektiren açı olduğu halde) bunu yukarıda anlattığımız şekilde kullanacağını her zaman hatırlamalıyız. Geriye kalanların 1/3’ü kişisel ve sosyal açıdan kendilerini güvenlikte hissetmek için –çoğunlukla birlikte akabilmek için- kozmolojik gerçekliğin evrimleşmekte olan ve baskın çıkan genel kanısına kendilerini uyduracaktır. Bu tipler, sosyal ve aile sistemlerinin geliştiği ölçüde, kendilerini geliştirecek, genişletecek ve evrimleşecektir. Bu insanlar genellikle yeni düşünce, inanç ve fikirlere açıktır –en azından bunları tartışmaya açıktır. Ancak güvende hissedebilmek için diğerlerinin REVAÇTA OLANLA ilgilendiği kadar.

Geriye kalanlar ise içinde yaşadıkları kültürde veya kültürün geçmişinde varolan geleneksel ve tarikatçı inançlara doğru yönelerek, güvende hissedebilmek için fanatik bir şekilde diğer insanları kendileri gibi düşünmeye ve dinlerini değiştirmeye (9. Ev) zorlarlar veya aynı sebeple "dış" dünyanın etkilerinden izole etmeye çalışırlar. Bu durum bireysel veya grup izolasyonu olabilir.

Soru: Bu durum Terazi’deki Satürn’ü/Neptün’ü, Yengeç’teki Uranüs’e kare yapan günümüz (Uranüs’ü Yengeç’te olan) kuşağı tarafından keskinleştirilmez miydi?

Evet. Dokuzuncu Ev ve Yengeç’te bulunan Uranüs genellikle 12. Evdeki Satürn/Neptün/Terazi birlikteliğine kare yapar -bu nedenle her tür felsefi kültteki potansiyel olguları keskinleştirir -EST, Moonies (dalgın, hülyalı), Scientoloji, birbirinden farklı bir çok Psişik Enstütü, aydınlanmanın veya yanılsamanın farklı mertebelerinde bulunan ve kendi kendini o göreve tayin eden "gurular" da dahil olmak üzere çeşitli "meydan okuyucu" gruplar… . Bu semboller, söz konusu potansiyel olayları şiddetlendirir, çünkü bu insanların içindeki diğer gruplar veya aynı fikirdeki insanlarla kendini ifade etme veya ilişki oluşturma ihtiyacından kaynaklanır. Bu, güvenlikte hissetmek için yapılır (grup ilişkilerinin rahmi ya da aynı düşünceyi paylaşan diğer insanlarla kurulan bireysel ilişkilerin rahmi). Bu semboller ayrıca bireyi "çabuk" aydınlanma arayışına ve çeşitli pop felsefelerine, gruplarına veya gerekli altyapı (Saturn) çalışmasını yapmadan gelişim vaad eden öğretmenlere götürebilir. Eğer gerekli altyapı çalışması yapılmazsa, hangi metod, teknik ve öğretiye başvurulursa başvurulsun kişi sonunda psişik sabitsizlik, kendi hakkında yanılsamanın en uç noktaları, belli derecede içsel suçluluk hissettiren bilgi yetersizliği, bütün dinlere, felsefelere başkaldırı ya da "gerçeklere" isyan etme konularıyla karşı karşıya kalacaktır –kişisel kimliğin, dolayısıyla da güvenliğin üzerinde etki eden inanç kriteri.

Buna benzer Uranyen prensiplerin ve bağlantıların kendilerini nasıl ifade ettiklerini görmek için Uranüs’ü bir diğer burçta örneklemek ister miydiniz?

Cevap: Evet… .

Peki. O zaman bu workshopta bulunan birçok kişide bulunan bir birlikteliğe, yani İkizler Burcu’ndaki Uranüs’e ne dersiniz? Öyleyse tamam. Başlayalım. Uranüs İkizler Burcu’nda olduğu zaman arketipsel niyeti nedir acaba? Bir fikri olan var mı?

Cevap: Düşünce ve zihin özgürlüğü. Jack Kerouac, Yolda, Beat kuşağı, profesyonel veya sonsuz öğrenci, özellikle son on derecede olduğunda hiçbir zaman ölmeyen bir zihin, iletişimde yeni biçimler, yeni tedavi yöntemleri, sezgiler, yeni çocuk yetiştirme biçimleri, eğitimde devrim.

Eğitimde devrim mi? Evet, konudan bir dakika ayrılmama izin verirseniz bir şey anlatmak ıstiyorum. 1800’lerin başında Uranüs Yay Burcu’nda iken, Almanya’da ana okulu açılması gündeme geldi. Anaokulu konusundaki orijinal fikirler olağanüstüydü. Bu fikri geliştiren kişi (Yay) her çocuğu bir çiçek gibi görüyordu –her biri farklı renklere sahip ve hepsi de kendine göre biraz daha ışık, su, oksijen ve nitrojen isteyen birçok çiçek. Bu fikir başlangıçta genel toplum görüşünü savunan insanlar tarafından tepkiyle karşılandı, çünkü böyle bir şeyi hayata geçirmek, genel toplum görüşünün ortaya koyduğu öğreti ve kurallardan ayrılmak anlamına geliyordu –önceleri "alternatif" bir eğitim biçimiydi. Bu "tohum fikir" yıllar sonra birçok kültürün eğitim politikasında "yer alınca" (Saturn) toplu eğitimden bireysel eğitime doğru dönüşen yeni düzen dejenere olup eski sisteme tekrar dönüldü. Bu kez Uranüs 1800’lü yılların ortasında İkizler Burcu’na geçince, Yay Burcu’nda olduğu dönemde ortaya çıkan "yeni" fikirler toplumda kendilerine tekrar yer buldu. Uranüs tekrar Yay Burcu’na geldiğinde kurulu düzen dejenerasyonla sonuçlanır – eğitim sistemiyle ilgili yeni "tohum fikirler" kavramsal olarak ortaya çıkar. Hepimiz de şu anda yaşayıp görüyoruz; Yay Burcu’ndaki Uranüs "alternatif" okullar için bir rönesans değil midir? Toplum bütünlüğü içinde 3 temel felsefi dala ayırdığımız her 3 grup da çocuklarına daha iyi bir eğitim sağlayabilmek için özel okullara akın etmiyor mu? Her iki olay da Neptün’ün Yay Burcu’nda olduğu dönemde başladı ve Uranüs’ün Yay Burcu’na girmesiyle hız kazandı.

Neptün 1980’lerin başında Oğlak Burcu’na girdiğinde alternatif özel ortaokullar ve liseler gelişimci sosyal dinamik içinde kendini ifade etmeye başladı. Uranüs Oğlak Burcu’na girdiğinde dinamik kendini, şu anda özel/alternatif okullarda bulunan birçok çocuğun daha yaşlı (Oğlak) olacağı gerçeğini göz önüne alarak hızlandıracaktır. Böylelikle şu anda var olan bir çok özel/alternatif küçük okul öğrenci nüfusunun olgunlaşması ihtiyacını ortaya koyacaktır. Burada söz konusu olan tehlike tabii ki devlet okullarının dejenerasyonudur, çünkü ailesi özel okul masrafını karşılayabilen bir çok çocuk özel okullara hücum edecektir –Pluto Akrep’te. Tarihi kökene sahip olan bir diğer tehlike de eğitim felsefesi ve metodunu kendi kendine geliştiren köktenci ve dini topluluklar olacaktır; mezhep kurallarına uygun olmayan herhangi bir fikrin, düşüncenin veya prensibin dışlanması. Bu tür hataları ve trajedileri barındıran birçok tarihi olay arasında en önemlilerinden birisi de 4. Y.Y.’ın son yarısında muhteşem İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılmasıdır. Bu trajik dönemde Uranüs neredeydi, tahmin edin bakalım! Uranüs Oğlak Burcunda Satürn ile kavuşum halinde idi. Köhne ve çok dar bir açıya sahip olan Hıristiyan köktenciler bu olayın arkasındaydı. Bu tür kutuplaşmalar şu anda dünyanın birçok yerinde devam etmektedir. Bu durum Neptün’ün Oğlak Burcu’na girmesiyle başlar ve Uranüs’ün Oğlak Burcu’na girmesiyle hızlanır. Bu tür karşıtlıklar daha sonraları bir yetişkin olacak olan çocuğun bireysel ve sosyal durumunu uzun vadede nasıl etkiler? Bu durum, Uranüs’ün Yay Burcu’na gelip bu tür bir grup bilinci oluşturarak bize öğretmeye çalıştığı şeyin ta kendisidir. Ümit verici bir biçimde, bu bilinçlilik gerekli olan eğitimsel simgeleri oluşturmak ve ebeveyinler, eğitmenler ve idareciler tarafından TÜM grubun ihtiyaçlarını temin etmek üzere baskın çıkacaktır: örneğin, herkes için (Pluto Akrep’te) çeşitlilik (Yay) içeren ve kulanılabilir olanda birleşmek (Neptün). Bireysel ve kolektif trajediye yol açabilen aynı sembollerin bu yanıltıcılığı, aynılıkta birleşmek fikrine dayandırılabilirdi. Ve tabii ki bu temalar bireysel ve kolektif olarak yaşantımızın diğer bütün alanlarına yansır.

Şimdi Uranüs’ün İkizler’deki belirgin arketipsel niyetine geri dönelim. Uranüs İkizler’de olduğunda özgürleşme en derin seviyede nerede gerçekleşir? İkizler’deki Uranüs fikirlerden özgürleşme anlamına gelir. Fark her ne olursa olsun, içinde yaşadığımız gerçekler ve fikirler arasında çok net bir ayırım söz konusudur. Hepimiz de evrene bağlı bir Güneş Sistemi’nde yaşıyoruz. Bu ampirik bir gerçektir – İkizler. Bu durumu açıklamak için yaşama ait bir gerçek veya kanun (Yay) olmak zorundadır. Şimdi, özgürleşmenin nerede yattığını görebiliyor musunuz: fikirler arasındaki farkta; örneğin, doğru olduğunu düşündüğüm şey, entelekt açıdan benim kendi gerçekliğimi içinde bulunduğum gerçekliğe göre nasıl organize ettiğimle ilgilidir – İkizler; gerçekler, gerçekler, şu gerçek bir fikir elde etmek için bu gerçekle nasıl birleşir… .

Soru: Bu, İkizler’in fizik Yay’ın da metafizik olması gibi mi?

Tam demek istediğim şey. Yay ve İkizler’in buluştuğu nokta şudur: Yay "metafiziksel kanunun" temelidir, ve bu kanun da sizin "fiziksel kanun" (İkizler) dediğiniz şeyin temelidir. Uranüs’ün İkizler Burcu’nda yarattığı kuşak bu meydan okuyuşa sahiptir. İşte bu yüzden, bu kuşak olgunlaşmaya başladığında böyle bir rönesans ve metafiziksel, felsefi, bilimsel ve dini düşüncelerde bir genişleme yaşandı. Bu durum bizim diğer insanlarla nasıl ilişkiler kurduğumuzu etkiler ve etkilemektedir. İkizler'deki Uranyen özgürleşmenin bir diğer şekli de tepki gösterme ve cevap verme arasındaki farkı öğrenmektir. Ne zaman konuşup ne zaman susacağını bilmektir. Bu, çok enteresan bir kuşaktır çünkü, -Merkür, İkizler ve Uranüs- her üçü de sizin elektrik dediğiniz şeyle ilişkilidir. Evrenin temel prensibi veya sebebi ZEKAdır ve bu, elektrik vasıtasıyla yansıtılmıştır. Zeka, sınırsız bir çeşitliliğe sahiptir: form. Uranüs yansıyan yaradılışın kendisiyle, Merkür ve İkizler ise bu yansıyan yaradılışın aldığı belirgin çizgilerle ilişkilidir. Bunu şöyle anlatabilirim; Uranüs evrende var olan bağımsız elektriktir, İkizler ve Merkür ise bu elektriğin kablolara ve aygıtlara kanalize edilmiş halidir. Yansıyan yaradılışın formlarından bir diğeri ise insan beynidir.

devam edecek...

Çeviren: Mehmet Arap

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
11-20-2007 05:28 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #3
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -3
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -3

Jeffrey Wolf Green

Uranüs İkizler burcunda doğan nesil bir anlamda insan beyninin evrimini hızlandıran eşsiz bir güç ya da yeteneğe sahipti. Bu evrimi, bilgiye giden yolların ve kanalların oluşumlarını hızlandırarak gerçekleştirdiler. Gerçekliğin doğasına daha önce hiç olmayan bir anlayış ve farkındalıkla yaklaştılar. Bunu sağlayan, yaptıkları içsel keşifler veya bunun harici yansımaları olan bilimsel araştırmalar, keşifler ve icatlardı.

Gerçekliğin doğasını keşfetmelerine yol açan içsel araştırmalara, düşüncenin orijini veya tabiatı üzerine zihinde yapılan tartımlar, karşılaştırmalar ve tasarılar örnek olarak verilebilir; Düşüncenin varlığı kabul edilir, ama fiziksel bir formu yoktur. Spiritüel yaşamla yakından ilgilenenler mutlaka doğu felsefesinin şekilsiz şekil, yaratılmamış yaratı ya da nedensiz neden ilkelerini duymuş ya da okumuşlardır. Düşünceye odaklandığınız ve zihninizde tasarladığınız zaman bu paradoksu doğrudan gerçekleştirebilirsiniz. Düşüncenin doğası, Uranyen prensipleri ve kendini dış dünyada yansıtan yaratıcının (zeka) tasarlanmış yansımasının özünü taşır.

Sadece yukarıda sözü edilen prensipleri yansıtması açısından değil, aynı zamanda tarihin kendini tekrar edişini de göstermek amacıyla, Uranüs Yay burcunda olduğu zaman ortaya çıkan iki bilimsel gelişme, harici araştırmalara örnek olarak verilebilir. Çığır açan bu gelişmelerden biri “superbilgisayar" la ilgili. NASA ‘pathfinding’ (izbulan) bir süperbilgisayarın geliştirildiğini bir süre önce halka açıkladı. Bugüne kadar yaratılmış en güçlü bilgisayar. Şu anda saniyede iki yüz elli milyon sayım yapıyor ve 20. yüzyılın sonuna kadar bu sayının bir milyarın üzerine geçmesi planlanıyor. Aslında bu gelişme insan beyninin ve evriminin kendini kanalize etme yeteneğini yansıtıyor. Bilim adamları " Bu, NASA için muazzam bir olay ve Amerikan ulusu için tarihi bir an." diyerek bu gelişmenin önemini belirttiler. Bilgisayar ilk olarak, 2000 yılıyla birlikte, atmosferdışında uçabilecek bir uçak geliştirebilmek amacıyla uçak dizayn araştırmaları için kullanılacak. "Orient Express" adı verilen bu uçak, Washington D.C. ile Tokyo arasındaki mesafeyi 8,800 mph’yi geçen bir hızla, iki saatte aşacak. Bilim adamları uçağı sanal olarak bilgisayarda uçurarak, yeni bir uçağı test etmek için eski usülde gereken zaman, para ve özellikle de insan hayatını harcamaktan kurtulacaklar. Bu yüzden, açıklamalar bu gelişmeyi 1903 yılında Wright kardeşlerin gerçekleştirdiği ilk uçuşla ( Uranüs Dünya atmosferi ile ilişkilendirilir), galaktik oluşumlar üzerinde yapılan çalışmalarla, karmaşık kimyasal reaksiyonların simülasyonlarıyla (Pluto Akrep’te, Neptün Oğlak’ta), genetik kodların kırılmasıyla ( Pluto Akrep’te ) ve yapay zeka alanında yapılan araştırmalarla eş değer tutuyor.

Bu prensipleri yansıtan bir diğer gelişme ise üstün geçirgenliğe sahip seramik şeritlerin çığır açan keşfi. Elektriğin tellerden sıfır dirençle geçmesini sağlayan süpergeçirgenlik inanılmaz bir olay. Aslında bu buluş, yetmişbeş yıl önce Hollanda’da gerçekleştirilmiş. O zaman sıfır direnç, sıfırın altında Fahrenheit ölçeğinde ancak – 459 derecenin bir kaç derece üstünde elde ediliyordu. Son çalışmalarda ise lantanyum, baryum, bakır ve oksijen gibi yeni elementleri katarak bu süper geçirgenliğin derecesini sıfırın altında -27 dereceye kadar yükselterek büyük bir adım atıldı. Bu derecenin daha da yükselebileceğini söylüyorlar. Bu gelişmenin pratikte uygulanmaya başlamasıyla beraber elektriğin kullanıldığı yerler açısından bir devrim yaşanacak. Mesela, şimdi olduğundan daha güçlü hale gelecek olan süper geçirgen mıknatıslar tıpta kullanılan manyetik rezonanslı makinelerin daha etkin olmasını sağlayabilir. Bu tür mıknatıslar, geleneksel nükleer güç üretiminin aksine, yüksek seviyeli radyoaktif atık çıkartmayan nükleer füzyon yöntemiyle elektrik elde etmekte kullanılabilir. Süper geçirgen iletim hatları sayesinde, elektrik jeneratörleri yaşam alanlarından binlerce mil uzağa yerleştirilebilir ve elektik gücü iletim kayıpları olmadan dağıtılabilir. Elde edilecek ekonomik kar açıkça ortada. Hatta rayların üzerinde süzülerek giden trenler bile üretilebilir.

Esasen, günümüzün modern fizikçileri düşünce akımlarını takip eden modern mistikler haline geldiler, öyle değil mi? Birden “Fiziğin Tao’su” gibi binlerce yıl önce Doğudakilerin içsel incelemeler, ya da bir başka deyişle içsel mikroskop/ teleskoplarla ulaştığı farkındalığı, maddi dünyada kullanılan teleskop ve mikroskoplarla birleştiren kitaplar ortaya çıktı. Mikrokozmos’un Makrokozmos’u yansıtması veya bunun gibi ezeli ilkeler birden bire astrofizikçiler ve fizikçiler gibi bilimadamları tarafından farkedilmiş gibi görünüyor.

Soru: Sağ ve sol beyin arasında da bir organizasyon var mıdır?

Evet. Sağ beynin sezgisel/ kavramaya dayalı/soyut , sol beynin ise doğrusal/ mantığa dayalı/ deneysel olduğu söylenir. Astrolojik olarak bu durum Yay burcu ve İkizler burcu arasındaki farklılıkla gösterilebilir. Sağ beyin, adeta hepimizin içindeki yansıtılmış yaratıma bağlanmış bir fişi gösterir. Buradaki yansıtılmış yaratım Uranüs’tür; Prizdeki fiş ise Jüpiter. Jüpiter sezer ve Uranüs’ün yansıtılmış yaratımını kişide bilinçli olarak kullanılabilir hale getirir. Jüpiter'in sezgileri , prensipler içeren soyut ve kavramsal düşüncelere tercüme edilir. Merkür, Jüpiter aracılığıyla Uranüs’e bağlanır. Merkür de, her bireyin doğasına özel bir şekilde bu düşünceleri doğrusal ve uygulamalı düşüncelere çevirir. Böylece Uranüs, Jüpiter aracılığı ile Merkür’ün mevcut kanallarından, yeni bağlantılar yapmak, yani düşünceler göndermek üzere yansımış olur. Hepinizin bildiği gibi Uranüs, Merkür’ün daha yüksek oktavlı ya da titreşimli versiyonudur. Bu yüzden Merkür ve İkizler burcu yaradılıştan gelen bir huzursuzluk ve değişkenlik verir. Yüksek oktavdaki vibrasyon Merkür’ün düşük oktavlı vibrasyonuna indirilmiştir. Bazen Merkür, Uranüs’ün enerjisiyle başa çıkamaz. Aşırı yüklenir. Buna şifacılıkta ‘Şalter atması’ denir. Uranüs İkizler'de jenerasyonundan bazı insanlar için en önemli problemlerden biri budur; sağ ve sol beyin arasında şalter atması- bir başka deyişle karşılıklı akımların çarpışması.

Soru: Şizofreni bunun bir örneği olabilir mi?

Hayır. Ama karışık düşünceler olabilir. Bu, aynı zamanda kurtuluş noktasını da oluşturur- sezgilerin veya sağ beynin , zihni ya da sol beyni yönlendirmesi veya tam tersi. O zaman şalterin atması gibi bir problem yaşanmaz.

Soru: Öyleyse erken tuvalet eğitimi ve okulun , bu karışıklığa sebep olduğu söylenebilir mi?

Şöyle diyelim; Bu jenerasyondan olan bazı kişilere tuvaletler yabancı gelir. Diğer bir deyişle, bu jenerasyonun belli bir yüzdesi , pek çok geçmiş yaşamını Doğu’da yaşamıştır, Batı’da değil; en azından modern zamanların ‘sofistike’ Batı kültüründe değil. Bu nedenle, bireysel bilinçaltında ( Uranüs ) tutulan kültürel ve ırksal anıları yüzünden, sizin tuvalet dediğiniz şeye karşı ilk anda ‘bu da nedir?’ şeklinde bir tepki gösterir. Anında bu düşünce belirir, çünkü geçmiş hayatlardan gelen anılar, onlara dışarıda olmaları gerektiğini söyler. Bu yüzden tuvalet eğitimi onlar için, beynin farklı bir kanalını kullanmalarını gerektiren yeni bir öğrenme deneyimidir.

Başka bir örnek : Bu grubun belli bir yüzdesi geçmiş hayatlarında düşünmeyi , sonuçlara varmayı, konuşmayı ve öğrenmeyi doğrusal olmayan yollar kullanarak öğrenmiştir. Böylece bu kişiler için doğrusal yolların kullanıldığı Batı dünyasında doğmak son derece yabancı bir deneyim olabilir. Ben de Uranüs’ü İkizler'de olan biriyim ve elime bir kitap aldığımda önce arkasına bakarım, önüne değil. Bu tipik bir Doğu’lu davranışıdır.

Soru: Bu, aynı zamanda insanda bir adada yaşamak ya da eskiden yaşadığın ülkeye geri dönmek gibi bir içsel bir istek yaratabilir mi?

Jenerasyonun bazı üyeleri için bu doğru olabilir. Uranüs’ün bütün amacı karakteristikleşmiş yapınızı iyileştirmek ve ilerlemesini sağlamaktır. Bütün bu kültürel şartlanmaları atabilmek için , bu kültürün artık konu dışı olduğunu kabul etmeniz gerekir. Ancak bu şekilde kendi eşsizliğinizi deneyimleyebilirsiniz. Böylece, sistemin nasıl sizin lehinize çalıştığını öğrenmek ve onunla fazla özdeşleşmeden ama ondan çok da uzaklaşmadan onun bir parçası olabilmek asıl amacınız haline gelir. Bu yolla her yaşamda, dersleri ve niyetleri başarıyla yerine getirebiliriz. Aynı zamanda dünyanın yarattığı her hangi bir yaşam sistemiyle yani kendine has gelenekler, normlar, tabular, kanunlar ve davranışlar üreten hiç bir ülke, kültür, aile veya değer sistemi ile özdeşleşmek veya ona takılıp kalmak durumunda olmayız.

Evrimsel anlamda , belli bir gezegenin belli bir burçta olmasının mutlaka bir sebebi vardır. Uranüs’ün İkizler burcunda olmasının da bir nedeni vardır. Buradaki meydan okuyuş, önceden öğrenilmiş olan şeylerin kendi içinde bittiğini düşünmeden doğanın evrimsel gelişimini devam ettirecek şekilde derslerimizi öğrenmektir. Bu, varlığımızı sürdürmek için gerekli olan Uranyen bağımsızlık ve objektifliğe varmamızı sağlar. Ardından şartsız benliğin farkındalığına yükselebiliriz. Uranüs’le ilgili bir diğer paradoks da budur: şartlı/ şartsız.

Soru: Kitabınız ne zaman çıkıyor?

Hangisi? Uranüs’üm İkizlerde, unutmayın! ‘Pluto’nun ikinci cildiyle ilgili yakın gelecekte bir plan yapmıyorum. Şu anda ondan sıkılmış durumdayım. Uranüs’le ilgili bugün burada üstünde durduğumuz ve tartıştığımız konuları da kapsayan bir kitap yazmak istiyorum: Bilinenden özgürlük. Böyle bir kitap okumak istermiydiniz?

Cevap: Evet!

Güzel, Öyleyse yazacağım.

Soru: Güney Ay düğümünüze transit yapan Uranüs’le ilgili tecrübeleriniz hakkında bir şeyler duymak isterdim. Uranüs transiti bir kaç yıldır Güney Ay düğümünüzün üstünden geçiyor değil mi? Ay düğümleri ile ilgili çalışmalarınız bu transitten etkilendi mi ya da Pluto kitabının çıkması bu yüzden miydi? Ay düğümleri ile ilgili anlayışınız değişti mi veya artık ruhsallığınızı daha çok İkizler'de olan Kuzey Ay düğümünüz yoluyla mı ortaya koyuyorsunuz?

Bu soruyu en iyi şu şekilde cevaplayabilirim: Pluto kitabını yazmaya başladığım zaman, kitabı yazma fikrinin bana rüyamda geldiğini hep aklımın bir köşesinde tuttum ki, bu rüya, Pluto 11. evimdeki Neptün’ün üzerinden geçerken gördüğüm bir rüya. Bu arada rüya Sanskritçe’ydi. Rüyamdakileri İngilizce bir kitap haline dönüştürmek aşağı yukarı beş sene sürdü. Sanskritçe İngilizce’den çok farklı bir dil ve kelimelerin İngilizce’deki tam karşılıklarını ( İkizler, Merkür) bulmak gerçekten çok zor bir iş. Yay’daki Güney Ay Düğümümün yöneticisi Jüpiter, 12. evimdeki Akrep burcunda olduğundan, yeni bir dilde ‘yeni’ sözcükler bulmaya çalışmak bende son derece yabancı ve kısıtlayıcı duygular uyandırıyor. Natal Uranüs’ümün İkizler'deki Kuzey Ay Düğümüyle yaptığı kavuşum etkisi, kendimi İngiliz dilinde ifade edebilmem için Astroloji’yi bir araç olarak kullandığımı gösteriyor. Bir öğretmen bu şekilde, doğuştan gelen Yay’daki Güney Ay Düğümü özelliklerini ifade edebilir.

Pluto kitabını yazma zamanı geldiğinde, Uranüs Güney Ay düğümü ve Güneş’imden geçiyordu ve Kuzey Ay düğümüne karşıt açıdaydı. Zamanın geldiğini biliyordum ama yine de dil engeli yüzünden kendimi hazır hissetmiyordum. Hedefim aşağı yukarı iki yüz elli sayfalık bir çalışma yapmaktı. Gerçekten yazmak için oturduğumda, tabiri caizse, yazı kendi kendini oluşturmaya başladı. Tüm yaptığım kalemi kağıdın üzerinde oynatmaya başlamak ve yazı yazılırken gözlemlemek, tanıklık etmek ve deneyimlemekti. İnanılmaz biçimde Uranyen bir durumdu. İngilizceyi kullanmak konusunda taşıdığım benmerkezci korkumdan birdenbire kurtulmuştum. Aslında elim gerekli hıza ulaşamıyordu; aralıksız gelen düşünceler, beynin Merkür’ün düşük vibrasyonuna inmesine sebep oluyordu. Merkür’ün insan anatomisinde motor sinirlerle ilişkilendirildiğini hatırlayın. Daha önce de bahsettiğimiz gibi Uranüs/Merkür yüzleşmelerinde bazen aşırı yüklenme olabilir. Zavallı ellerim küçük garip düğümler haline geldiler. Kitap altmış gün sonra bittiğinde beşyüz altmış sayfalık bir yazı meydana gelmişti. Altmış gün içinde, sadece iki gün egomu ortaya koymak için kendimi zorladım. Geri kalan günlerde sözcükler kalemi kullanarak kendiliklerinden ortaya çıktılar. Bu benim deneyimimdi. Bu Pluto kitabıydı. Şimdi, Uranüs neredeyse haritamdaki herşeyle açı yaparken, Uranüs kitabıyla ilgili bir çağrı hissediyorum ve kurtuluş, şartsızlanma, şartlı gerçekliğin sınırlamalarından ve kısıtlamalarından özgürleşme ile ilgili bu fikirleri paylaşma ihtiyacı duyuyorum.

Soru: Burada bize bu Uranyen enerjiyi getirmeniz çok ilginç. Peki Uranüs’ün Akrep’te yükseldiği fikrine katılıyor musunuz?

Yükselmeler ve düşmelerle ilgilenmiyorum. Ben sadece bu çeşit kıyaslamalar ve yargılamalar olmadan arketipin NE olduğuna bakarım.

Şimdi Uranüs-İkizler burcunda temasının özel bir uygulamasına bakalım. Diyelim ki bu tema altıncı evde. Bu sembolün kişiye özel uygulaması ne olabilir?

Cevap: Sağlık ve yiyecek konularında yeni fikirler. Sözcük işletim sistemini (Word Processsing) öğretmek. İş değiştirmek. İş dünyasında yeni teknikler. Kişinin işinde kendi yeterliliğini/ eşsizliğini göstermek için farklı yollar araması. Network alanında çalışmak. Stres yönetimini öğretmek.

Mümkün olan en derin seviyede altıncı evin şu arketipi üzerinde fikirbirliğine varalım: parçalardan bir bütün oluşturmaya çalışan tümdengelimci düşünce/mantık. Uranüs’ümüz altıncı evde İkizler burcundaysa bu, değişik durumları, farklı kaynaklardan gelen bilgileri ve parçacıklardan oluşan bir bütünü inşa etmeye çalışan tümdengelimci bir yapının, mantıklı bağlantılar oluşturmak için gereksinim duyduğu verileri toplamasını ifade etmiyor mu? Eğer kişi sadece bu yaklaşım ve davranışlara takılıp kalırsa, topladığı bilgilerin yeterli olduğu hissini duyacağı bir zaman gelebilir mi? Her türden farklı sonuçlara varmak için gerekli olan bilgileri birleştirmek amacıyla her tip Uranyen yolu kullanmaya çalışmaz mı? Dönüp duran sonsuz sayıda fikir, bilgiyi analiz etmenin sayısız yolları ve bunların aslında neyi meydana getirdiği konusunda kafasında oluşan şüpheler sayesinde korkunç bir zihinsel karmaşaya sebep olmaz mı? Bu zihinsel bir kriz değil midir? Hangisi doğru, hangisi yanlış? Doğru nedir, yanlış nedir? Bu bitip tükenmeyen zihinsel dalgalanmalar yüzünden ortaya şüphe ve arkasından bir kriz çıkmaz mı? O zaman Uranyen kurtuluş nedir, NEden özgürlük? Uranüs, önce bütünü tanımlayıp böylece parçacıkların, kendi doğal düzenlerinde kendi yerlerini almasını sağlayan tümevarımsal mantıkla çatışmaz mı?

Soru: Böyle bir kişi kendini başarısız biri olarak görmez mi? Eğer kişi belli bir sistemde düşünmeyi öğrenmişse ve bu sistem çökerse evrenin kendisine yol göstermesine izin vermeli.

Evet. Ama yine de, ilk olarak daima kişinin neden belli bir doğum kalıbını seçtiğini, evrimsel ya da karmik bakış açısını da işin içine katarak, saptamamız gerek. Belki kişinin, diğer yaşam dilimlerinde veya bu yaşamında sahip olduğu kendi zihinsel üstünlüğü konusundaki benmerkezci gururu yüzünden zihinsel aşağılamaya ihtiyacı vardır. Mesele şu; kişinin önceki yaşamında olanlar ve bu yaşama getirdikleri, sembollerin nasıl ve niçin ortaya çıktığını belirler. Tüm durumlarda hep aynı şekilde kendini gösteren belirli bir örnek yoktur. Şimdi ele aldığımız örnekteki sembolde açıkça , kişinin bu yaşantısında gereksiz bilgileri toplamaya çalışmaktan, dış dünyadan gelen aşırı bilgiyi depolamaktan ve entelektüel bilincin tümdengelimci şekline bağlanıp kalmaktan özgürleşmeyi öğrenmesi gerek. Altıncı evin arketiplerinden biri kendini geliştirmek olduğu için, bu durumu yeni bir analiz, örgütleme ve iletişim yolu bulmak olarak ifade edemez miyiz? Bu yeni yol, bütünün keşfi yoluyla zihinsel basitleştirmeye izin verecek tümevarımsal entelektüel bilinci de içerir. Bu, sağ beynin sol beyine bağlanması veya bilgileri değiş tokuş etmesi demektir. Kişi bunu becerebilirse önemli bir dönüşüm, bir devrim, kurtuluş ve bizzat bilincin özgürleşmesi söz konusu olur. Kişi, anında (Uranüs) her tür durumu, veriyi, detayı veya parçayı evrensel bütünle ilişkilendirebilir. Hangi konuda odaklanırsa odaklansın, neyle ilgilenirse ilgilensin bu durum geçerli olur. Eğer kişinin bilgisayar teknolojisi alanına eğilimi varsa, her bir parçanın , her bir bağlantının ve detayın yeri ve önemi konusunda derin bir anlayışa, bütünü göremeyecek şekilde ayrıntıların içinde boğulmadan veya onlara takılıp kalmadan sahip olur. Böylece, bütünü idrak ederek kendi entelektüel yaratıcılığını ya da dehasını ifade edebilir. Kişinin bilgisayar hakkındaki düşüncesi ve bu düşünceyi ifade ediş biçimi, detaylara takılıp kalan birinden çok farklı olacaktır. Bu kişi ister dişçilik, ister kaynakçılık, ister bankacılık yani her neyle uğraşıyorsa uğraşsın, altıncı evdeki İkizler'in getirdiği Uranyen özgürlük aynı şekilde işine yarayacaktır.

Soru: Bu durum ( Uranüs İkizler'de, altıncı evde ) Başak burcunun biraraya getirdiği İkizler, Başak ve Yay T-karesinin fiiliyata dökülmesi gibi görülebilir mi?

Tam olarak değil. Eğer Balık burcunu da ilave edip, bir değişken kare oluşturursanız, denklem tamamlanmış olur. Burada ortaya çıkan stresin başarılı bir şekilde çözülmesiyle, akılda uçuşup duran düşüncelerin, sağ beynin felsefi/ entelektüel/ kavramsal farkındalığına tercüme edilmesi mümkün olur. Böylece tutarlı bir perspektif ve yorumlama yeteneği kazanılabilir. Uranüs’ü İkizler'de ve altıncı evde olan birinin sadece çalışmış olmak için çalışmasındansa, gerçekte bu gezegenin üstünde yapması gerekenleri yansıtan bir iş bulması bir kurtuluş eylemi değil midir?

Ya da altıncı evin arketipi olan, "yüksek aklın (Uranüs) yapabileceğini öngördüğü şeyleri gerçekleştirmek için kendini hiç bir zaman hazır (mükemmel, veya uygun) hissetmeyerek kendini aşağılama” duygusundan kurtulmuş olmaz mı? Böylece, yapmaları gerektiğini bildikleri şeyleri yapamayacakları ya da zamanın uygun olmadığı gibi bahaneler uydurma kalıbından kurtulmuş olurlar.

Uranüs/İkizler/Altıncı ev birleşiminin gösterdiği tema, ancak eyleme geçilerek gerçekleşir, olasılığı düşünerek ya da eylemi tasarlayarak değil. Çünkü düşünürken akıldan geçen birbirinden farklı fikirler zihinde şüphe yaratır, bu da kişiyi eylemsizliğe sürükler. Mükemmel hareketi yapma takıntısını da (altıncı ev, Başak) düşünüp, analiz etmeye çalışarak değil eylemde bulunarak gerçekleştirebilir. Bu insanlar için başka bir kurtuluş hareketi de, buraya yapmak için geldikleri şeylere kalkışmadan önce mükemmel olmalarının gerekmediğini farketmeleri olur. Spiritüel bir bakış açısıyla yaklaşırsak, bu kişilerin aşırı düşünmekten kurtulmaları ve beyinlerini , sağ beynin sezgisel, kavramaya dayalı ve derinliklerde dolaşan dalga boyuna ayarlayarak sakinleştirmeyi öğrenmeleri gerektiğini söyleyebiliriz. Böylece,Uranüs’ün kurtuluş ve şartsızlanma dinamiklerinin nasıl çalıştığının tasvirini bir dereceye kadar yapmış olduk.

devam edecek...

Çeviren: Serap Şengöz

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
11-20-2007 05:29 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #4
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -4
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -4

Jeffrey Wolf Green

ANATOMİ, FİZYOLOJİ VE ÇAKRALAR

Uranüs Hipotalamus ile özdeşleştirilir. Hepimizde bir tane vardır. Alt beyinde, kafatasının arka kısmında yer alır ve nefes alma, salgı ifrazatı, türlerin devamı için gerekli olan cinsel dürtüler gibi fonksiyonları düzenlemekle görevli olan merkez beyinde dolaşan kimyasal mesajları oluşturur. Aynı zamanda organizmanın tüm büyüme ve yaşlanma işlemlerini düzenleyen hipofiz bezine etki eder. Astrolojik olarak hipofiz bezi, Jüpiter ve Satürn’le ilişkilendirilir.

Hem hipotalamus hem de hipofiz bezi, Neptün’le ilişkilendirilen beyin epifizine bağlanır.Böylece, kendi bilinciniz içinde bir üçgene, bir piramide sahip olursunuz. Beyin epifizi hipotalamus üzerinde etkilidir, hipotalamus hipofiz üzerinde, hipofiz ise epifiz üzerinde. Bir kişi, Uranyen bir zamandan geçerken hipotalamusun çalışma düzeninde bir bozulma görülebilir. Bu bozukluk, genellikle kimyasal mesajların gerektiği gibi gönderilememesi şeklinde ortaya çıkar; diğer bir deyişle kısa devre oluşur. Bu olduğunda, tüm organizmanın düzeni sorun yaşamaya başlar, fonksiyon bozuklukları ortaya çıkar.

Normalde, Uranyen zamanlar yaşadığınızda bu durum kendini stres olarak gösterir. Hipotalamus, aynı zamanda omurga yoluyla parasempatik ve sempatik sinir sistemi ile bağlantılıdır. Bu sistemlerin her ikisi de Uranüs tarafından yönetilir. Her iki sistem vücutta bulunan diğer yetmiş iki binin üzerindeki siniri kontrol ederler. Bu iki sinir sistemindeki enerji dengesi veya dengesizliği kan dolaşımının ve basıncının seviyesini belirler ki, bunun sonucunda kalp de işe karışır. Kalp, astrolojik olarak Güneş’le; yani bedensel canlılığınız ve gücünüz ile özdeşleşir. Biriken stres beyne giden kan akışını sınırlayacaktır. Bir zaman sonra beyin içinde, kanın dolaştığı yollarda kan pıhtıları gibi oluşumlar fazlalaşacaktır. Uranyen bir elektrik dalgası sistemde dolaşırken felce sebep olabilir. Felç, beyindeki konuşma, yürüme, hafıza vs. gibi fonksiyonların tümünü yöneten bağlantı hatlarının çeşitli bölümlerinin çalışmasını engeller. Elbette ki kalp de aynı sebeplerden dolayı sorun çıkarabilir.

Stres neden modern çağda, batı toplumları için en önemli sağlık düşmanı olarak görülüyor? Neye karşı direniliyor ve neden? Uranyen zamanların en yaygın semptomları, nedeni bilinmeyen huzursuzluk duygusu ve özgür olabilmek için her şeyi fırlatıp atma isteğidir. Uranyen stresin fiziksel semptomlarından biri de deride hissedilen karıncalanmalar veya çeşitli cilt bozukluklarıdır. Bir diğer semptom sinirler üzerindeki koruyucu kalkanın giderek zayıflamasıdır. Bu olduğunda kendinizi topraklanmamış çıplak bir elektrik teli gibi hissedersiniz; elektrik sistemi kızmaya başlar, sigortalar atmaya başlar.

Bu stress anatomik olarak, parasempatik ve sempatik sinir sisteminlerinden yayılacağından, uzun vadede adrenalin bezleri de zarar görür. Bu bezler sırtın alt kısmında, böbreklerin tam üzerinde yer alır. Adrenalin bezleri astrolojide Mars ve Venüs’le ilişkilendirilir; Mars adrenalin salgısıyla bağlantılıdır, Venüs ise kortizonla. Adrenalin bezleri, bu salgılardan başka , kadınlarda progesteron ve östrojen, erkeklerde ise cinsel hormonların seviyelerini ve dengelerini düzenler. Böylece parasempatik ve sempatik sinir sistemlerinden yayılan enerji dengesiz hale geldiğinde, kan dolaşımı bozukluğu oluşacağından, bel bölgesindeki adelelerde şişme ve ağrılar ortaya çıkar. Bu olay meydana geldiğinde, şişmiş kaslar adrenalin bezlerinin üzerine kenetlenir ve hem adrenalin/kortizon hem de kadın/erkek cinsel hormonlarının üretim dengesini bozar. Bu durumda sistem enerjinin aşırı uçları arasında dalgalanır. Eğer çok fazla adrenalin varsa insan elektriğe tutulmuş gibi hisseder; yerinde duramaz, ne yapacağı belli olmaz, ya hayatındaki önemli şeyleri bir kenara atarak gereksiz bir şey üzerine aşırı odaklanır ya da aynı anda çok fazla şeye odaklanır ve hiç birini tam olarak takip edemez.

Eğer sistemde çok fazla kortizon varsa, tam tersine, enerjisinden ve canlılığından çok şey kaybeder, yaşamın gereklerinden kendini geri çekme ya da tamamen koparma arzusu oluşur.Çok fazla ya da çok az adrenalin veya kortizon seviyeleri arasındaki dalgalanma, bir aşağı bir yukarı giden yo-yo hissi verir. Bu aşırılıklar cinsel hormonlarda da kendini gösterir. Kadın ve erkekte bu durum tatmin edilemeyen çok güçlü bir cinsel ihtiyaç ile cinsel isteksizlik gibi aşırı uçlarda deneyimlenir. Stresin derecesi, dalgalanmanın derecesini de belirler.

Uzun vadede, bu aşırılıkların sonuçları anatomik olarak kadınlar için daha zorlayıcıdır. Eğer gerekli oranda progesteron ve östrojen üretimi yapılmıyorsa , bunun sonucunda adet düzensizlikleri ortaya çıkar. Yeterli derecede progesteron yoksa, o zaman PMS benzeri semptomlar oluşur; aşırı kanamalar, değişik tiplerde vajinal enfeksiyonlar ve en kötü senaryoyu düşünürsek, rahimde lifli tipte tümörler, yumurtalık kistleri ve dış gebelik meydana gelebilir. Çok fazla progesteron bulunduğunda ise, tatmin edilmesi zor olan çok güçlü bir cinsel ihtiyaç ve normalden çok yumurta üretimi ortaya çıkabilir.

Eğer sistemde çok fazla östrojen varsa, bu durum geciken adetlere, hafif kanamalara, yumurtlama döneminde bitkinliğe ve doğal doğum kontrolü etkisinin oluşumuna yol açabilir; böylece hamile kalmak zorlaşır. Vücuttaki bu dengesizliklere yardımcı olabilmesi için, beslenme düzeninde adrenalin bezleri için panatectic asit, sinirleri sakinleştirmek ve korumak için vitamin B-komplex, sistemdeki enerji ve kan dolaşımını düzeltmek için özellikle süt ve yumurtada bolca bulunan niacin ve beyindeki elektriksel aktiviteyi dengelemek için Çin kökenli bir bitki olan Fo-Ti bitkisi kullanılabilir. Bu bitki, aynı zamanda, kadın ve erkek cinsel hormonlarının düzenlenmesinde yardımcı olur. Potasyum, kas dokusu için faydalıdır, yüksek enerjili ancak bünyede yavaş yanan yiyecekler de öyle; mesela hububatlar. Masaj, İngiliz tuzu katılmış sıcak banyolar, sauna, tempolu yürüyüşler, yüzme, yoga veya Tai-Chi ya da başka herhangi bir aktivite, psiko/fizyolojik sistemin dengelenmesinde yardımcı olacaktır. Renk terapisi fayda getirebilir, taş terapisi de öyle.

Uranüs, aynı zamanda akciğer zarı ve soluk alma mekanizmasını düzenleyen ve kontrol eden sinirleri de temsil eder. Doğum haritasında Uranüs, Kova ve 11. ev vurgusu olan insanlar için vücudun bu bölgesi sorunlar çıkarabilir; örneğin düzensiz nefes alma, astım, zatülcenp veya diğer herhangi bir türde bronşal hastalık vb. Adrenalin bezlerlerinin dengesiz çalışmasından kaynaklanan heyecan ve endişe duygusu da çok hızlı solumaya neden olabilir. Akciğerler için Beta-karoten beslenmeye katılabilir; sarımsak özü, biraz ekinezya ve sığır kuyruğu bitkisinden oluşan bir karışım da yardımcı olabilir.

Çakralarla ilgileniyorsanız; Uranüs özellikle kök ya da kuyruk sokumu çakrasının orta katmanıyla ilişkilendirilir. Bu çakra, üç katman veya küreden oluşmuştur. En dıştaki tabaka veya küre Satürn ile bağlantılandırılır; orta tabaka Uranüs ile ve çekirdek, yani kundalininin bulunduğu bölüm ise Pluto ile. Kundalini enerjisi serbest kaldığında, sistemin biyolojik ve psikolojik kimyası için dayanılması zor olan bir güç ortaya çıktığından, pek çok insanın içinde uyur halde bulunur. Doğum haritasında Uranüs, Kova burcu ve 11. ev arketipleri vurgulanmış olan insanlar bu dinamikleri transitler, progresyonlar veya solar haritalarında etkileşime girdiğinde, Kök çakrasının orta tabakası uyarılır. Bu durum, yeryüzü katmanlarının dış tabakasında bulunan bir fay hattının aktif hale geçmesine benzer. Çakranın en dıştaki tabakası, altındaki Uranüs’e bağlı olarak kırılmaya ya da çatlamaya başlar. Orta tabaka aktifleştikçe, kundalini enerjisi serbest kalmaya başlar ve parasempatik ve sempatik sinir sistemleri yoluyla sisteme yayılmaya başlar. Doğu ezoterizmine göre bu olay, IDA ve PINGALA sinir kanalları ve omuriliği veya çakraları çevreleyen sinir ağları olan PRAN ve APAN terimleri ile özdeşleştirilir.

Evrimsel gelişim, Uranyen, Kova veya 11. eve özgü bir biçimde doğum haritası tarafından veya diğer her hangi bir etkiyle hızlandırılmışsa, o zaman, bir insanın kişiliğinin şartlandırıcı unsurları ( Satürn) ve dünyevi gerçeklikle olan bağlantısı, amaçlanan büyüme ve kişinin evrimsel gelişme ihtiyacı (Pluto) için sınırlayıcı olur. Uranüs gelişmenin oranını çabuklaştırdığında, kundalininin evrimsel güçleri sistemde İda/pingala, pra/apan kanalları yoluyla farklı derecelerde serbest bırakılır. Kundalini sistemde serbest kaldığında, ne olduğunu anlayamayan insan için baş edilmesi ya da iyileştirilmesi son derece güç olan çeşitli etkiler ve semptomlar ortaya çıkabilir. Kundalininin yaptığı ilk iş, organizmanın içinde yer alan kimyasal olarak kirlenmiş hücreleri ya da bu hayatta veya geçmiş yaşamlarda oluşmuş ve büyüme ihtiyacının karşılanmasını engelleyen hücresel anıları temizlemek ve ıslah etmek üzere aramaya başlamak olur. Sonuç olarak kişi, psiko/duygusal ve psiko/anatomik durumları içeren çeşitli haller deneyimler. Duygusal durumlar başka zaman ve yerlerle bağlantılı olsalar da, kişinin içinde bulunduğu içsel ve dışsal şartlar tarafından tetiklenirler. Bunu deneyimleyen insan için bu durum oldukça şaşırtıcı olabilir. Kişi karşılaştığı durumu daha önce yaşadığını ve hallettiğini hisseder. Ancak eğer bunu yaşıyorsa, bu sorunları henüz tamamen çözememiş demektir. Bu yüzden, tümüyle halledilmek için, bu sorunlar yeniden yaşanmak zorundadır ki, kişi yeni büyüme aşamasına bu engeller olmadan başlayabilsin.

Böyle bir şey sizin veya bir müşterinizin başınıza gelirse, en uygun hareket bunun olmasına izin vermektir, direnmek değil. Bunların tekrar hissedilmesi veya yaşanmasının arkasındaki amaç ve derin anlam üzerine DÜŞÜNMEK şarttır. Böylece yaşadığınız anda hızlanmış olan büyüme ve evrimleşme sürecini engelleyen, geçmişten gelen unsurların temizlenmesinde yardımcı olabilirsiniz.

En büyük problemler, geçmiş hayatlardan gelen anılar serbest kaldığında yaşanır. Genelde bu anılar, nedeni ne olursa olsun bastırılmış (Satürn) anılardır. Böyle bir durum yaşandığında, insanların hayatlarında kesinlikle güvendikleri, duygusal ve psikolojik olarak deneyimli birinin bulunması çok önemlidir. Bu olayları tekrar yaşamanın ve serbest bırakmanın gerekli olduğuna inandıracak ve bunların neden (Pluto) olduğu konusuna objektif (Uranüs) bakmalarına yardımcı olacak biri.

Kundalini fizyolojik ve anatomik açıdan, simyasal başkalaşmaya yani ıslah edilmeye ihtiyaç duyan hücreleri arayacaktır. Bu durumda, vücutta yoğun ısınma ve uyuşturan üşüme hisleri arasında gidip gelen semptomlar veya çeşitli sorunlu bölgeler oluşabilir. Omurga boyunca, PRAN ve APAN bağlantılı sinir kanalları yoluyla yayılan elektriklenme hissedilebilir veya zıt tedavi yöntemleri uygulayan bir doktorun teşhis koyması ya da tedavi etmesi imkansız olan çeşitli durumlar meydana gelebilir.

Vücutlarının çeşitli bölgelerinde geçici felce uğrayan insanlar bile gördüm. Şahit olduğum en alışılmadık örnek, gözleri oldukça fazla zarar görmüş birinin tamamen iyileşmesiydi. Bu olay öğretmenlik yaptığım bir meditasyon dersi sırasında meydana geldi. Derse gelen öğrencilerden biri son derece kalın, şişe dibi bir gözlük takıyordu. Sınıfta bir meditasyon tekniği anlatılıyordu ki kısa bir süre içinde, bu öğrenci gözlerini ovuşturmaya başladı.Öğrenci gözlerinde şiddetli bir yanma olduğunu söyledi. Bir kaç hafta içinde öğrencinin gözlük ihtiyacı tamamen ortadan kalktı; tamamen mükemmel bir görüşe sahip olmuştu. Bu öğrencinin olayında, natal Güneş ve Ay’ına oldukça aktif bir Uranüs transiti vardı ve Pluto transiti başlamıştı.

Kundalini enerjisi, Uranüs’ün hızlandırıcı hareketi ile uyarıldığında, kök çakrasından çıkan sinirler üzerinde baskı artmaya başlar. Bu baskı, karınaltı çakrası yoluyla vücudun cinsel fonksiyonlarını düzenleyen sinirler üzerinde etki eder. Karınaltı çakrası kök çakrasının bir inç kadar üstünde yer alır. Kişi, ya bu baskı nedeniyle cinsel arzularında muazzam bir artış hissedebilir ya da basınç altındaki cinsel enerjisi başka amaçlar için kullanıldığından, cinselliğe ilgisini yitirebilir. Bir başka amaç, kundalininin sistemi temizlemek için bir hücreye gitmesi olabilir. Bu tip durumlarda yaşayan insanın beslenme alışkanlıkları, bu durumlara uyum sağlayabilecekleri şekilde değiştirilmelidir.

Böylece, Uranüs’ün bazı fizyolojik ve anatomik bağlantılarını gözden geçirmiş olduk.

devam edecek...

Çeviren: Serap Şengöz

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
11-20-2007 05:30 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #5
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -5
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -5

Jeffrey Wolf Green

AÇILAR

Uranüs pek çok durumda bir burç ve eve girmenin ötesinde, diğer natal gezegenlerle de bazı açılar oluşturacaktır. Bu durum, en basit söylemle, Uranüs’ün açı yaptığı gezegen(ler)in evrimsel gelişiminde bir hızlanma olacağını gösterir. Bu da, şimdiki yaşama kadar bu gezegenlerin kendilerini ortaya koyma biçimlerinin (davranış, yönelme, tanımlanma şekillerinin) getirdiği şartlandırmalardan kurtuluşu ve şartsızlanmayı (karakteristik Uranyen arketipleri) harekete geçirir. Eğer Pluto’da ifade edilen, yaşamdan yaşama devam eden Ruhun Evrimsel Yolculuğu görüşünü benimsersek: O zaman açı menzilindeki orb durumu bu gelişimin ne kadar eski ya da yeni olduğunu belirleyecektir. Bir diğer deyişle, eğer açı kesin tam açıya yaklaşan bir açıysa; örneğin Akrep’in 5. derecesindeki Venüs ile 5 derece İkizler’deki Uranüs 150'lik açıya yaklaşıyorsa veya bu gezegenlerin açısı tam açıdan uzaklaşmaya başlamışsa; bu temel farklılık, evrimsel anlatımla bir durumun diğerinden daha yeni olduğunu gösterir. Açının orbu her iki koşulda da bu durumun ne kadar eski ya da yeni olduğunun saptanmasında gösterge oluşturur. Ayrıca açının meydana geldiği gezegen hareketinin fazı da -yeni faz, hilal, ilk dördün gibi- evrimsel durum ve gezegen(ler)in özel yönelimleri ile ilgili kesin bilgiler sağlayacaktır. Bu şekilde bir anlayış geliştirmek önemlidir, çünkü size sadece inanılmaz özgün bir analiz metodu oluşturmanız için hizmet etmekle kalmayacak, aynı zamanda karşınıza gelen müşteriye farklı bir yaklaşım ve dil oluşturmanızda da yardımcı olacaktır. Uranüs’ün hızlı şartsızlandırma etkisi yüzünden, kimlik oluşturma süreci, Uranüs’le açı yapan gezegen veya gezegenler tarafından sembolize edilen yaşam alanlarındaki oturmuş eğilimlerden farklı olarak deneyimlenecektir. Bu olmazsa, o zaman bu insan psikolojik ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına ve kendini daha sosyalleşmiş hissedebilmek için benzer düşüncelere sahip bir grupla ilişki kurar ve böylece kendini bireysel olarak güvende hissetmeye çalışır. Eğer kişi Uranüs’ün evrimsel ihtiyaçlarına cevap verirse, Uranüs’le açı oluşturan gezegenler ve bulundukları evler doğrultusunda KENDİ eşsizliğini, dehasını, bireyliğini ve yaratıcılığını gerçekleştirecek ve gittikçe ilerletecek bir deneyime sahip olacaktır. Bu aynı zamanda, natal 11. evdeki gezegenler, Kova burcunun yer aldığı ev, Uranüs transiti tarafından ‘uyandırılan’ gezegenler, natal Uranüs’le açı oluşturan progres gezegenler ve 11. evde transit yapan gezegenler için de söylenebilir.



Şimdi, Uranüs-Merkür kare açısını örnek alalım. Bu Uranüs'e özgü şartsızlanma, kimlik kazanma, varolan yapılardan özgürleşme temalarının etkisi altında hangi işlevler ortaya çıkar? Bahsettiğimiz şey Merkür. Öyleyse, bunun nasıl kendini göstereceği hakkında kimin bir fikri var? Amaç nedir?



Cevap: Kişinin düşünce sistemini kökten değiştirmek ve sarsmak; yeni düşünceler oluşturmak.



Evet. Kendi hakkında düşünmesini sağlamak için. Kişinin kendi aklını, görüşlerini, kanaatlerini, fikirlerini geliştirebilmeye ve kendi doğasını yansıtabileceği şekilde gerçekliğin zihinsel organizasyonunu kendisine özgü bir şekilde yapabilmeye ihtiyacı var. Böylece bu insan kendisine ne düşünmesi, neye inanması ve hatta hayattaki amaçlarını ve görevlerini başarabilmesi için ne yapması gerektiğinin söylenmesine isyan edecektir. Bu isyankarlık, açık tartışmalar veya dışarıdan gelen bilginin alınmasına izin vermeyen sessiz bir kayıtsızlık hali olarak kendini gösterebilir. Belki düşünce akışları duyulabilir ama dikkate alınmaz. Bu açı genelde, sürekli veya dönem dönem huzursuz olan bir insan ortaya çıkartır. Bu türde bir insan genellikle aşırı iki uçta zihinsel dönemler yaşar. Bu dönemlerden birinde kişi, çeşitli şekillerde yeni bilgiler keşfetmek ya da yaratmak için son derece hevesli ve sabırsız olur; kişinin bu bilgi ve deneyim arayışı bilginin karakteristik özünü anlama ihtiyacını yansıtır.



Diğer dönem ise kişinin yaptığı, keşfettiği, üstünde düşündüğü, okuduğu, tartıştığı, ve isyan ettiği şeyleri özümleyebilmek için kendine çekilme ihtiyacını gösterir. Eğer bu çekilme dönemi gerçekleştirilmezse, daha önce bahsettiğimiz psikolojik ve anatomik durumları ortaya çıkaracak , Uranüs’e özgü aşırı yüklenme tehlikesi baş gösterir. Aynı zamanda psikolojik bozukluk ve parçalanmış düşünce tarzı ortaya çıkabilir.



Genelde böyle bir insan farklı bir düşünce sistemine sahip olacaktır. Kare açı yüzünden sağ beyin ile Merkür’ün sol beyin fonksiyonları arasında muazzam bir gerilim oluşacaktır. Bunun yaratacağı en büyük çatışma mesela, Merkür aklını Uranyen titreşimlerin hızıyla senkronize etmek olabilir. Bazen bu, ağız kas ve sinirlerini gerektiğince hızlı bir şekilde hareket ettirememek kadar basit bir şekilde ortaya çıkabilir. Gittikçe daha fazla Uranyen düşünce/ titreşim akarken, Merkür aklı/ağzı onları işlemeye ve dışarı salmaya çabalar. Böylece çok hızlı konuşabilir, tamamlanmamış cümleler sarfedebilir veya dinleyenlerin anlayamadığı hatta takip edemediği farklı düşünceler silsilesi üretebilir. Benzer şekilde, kişi başkalarını dinlerken, genellikle kafasında diğer insanlardan daha fazla ve onların düşüncelerinin çok ötesinde fikirler olduğu için sabırsızlık gösterebilir. Bütün bunlar zihinsel karmaşa yaratır değil mi? Peki ya Merkür'ü 12. evde ve Boğa’da geri giden Satürn’le kavuşum yapan biriyle konuşmaya çalışıyorsa ne olur? Bu açının getirdiği tüm bu olasılıklar yüzünden birey, zihinsel işlevlerini odaklama , yönlendirme ve konsantre etme tarzını etkileyecek kendine özgü kişisel davranış biçimleri keşfedecektir. Bu davranış biçimleri, her olursa olsun, kişiyi sakinleştirecek, tamamen bağımsız bir temel sağlayacak ve aynı zamanda ayakları yere basan bir tarafsızlık duygusu oluşturmasına yardım edecektir. Bunu başarabilirse, kendine ve diğerlerine karşı gerekli sabrı gösterebilecektir.



Gelin, şimdi bu durumu daha özelleştirelim. Uranüs’ü 5. evdeki Yengeç burcuna koyalım ve 8. evde Terazi burcundaki Merkür’le 90° lik açı yapsın. Uranüs-Merkür kare açısını arketipsel bakış açısıyla inceledik, o yüzden şimdi Uranüs’ün 5. evde Yengeç burcunda olmasının ve 8. evde Terazi’deki Merkür’e yaptığı kare açının getirdiği arketipler üzerinde düşünelim. Aslında, biz sadece Uranüs- Merkür karesini ŞARTLANDIRMIŞ olduk. İşte tam olarak Astrolojinin özü de burada yatıyor; yani çeşitli arketipleri sentezleyebilme yeteneğinde. Bunu yapabilmek, gerçek yeteneğe sahip bir astroloğu, sadece kitaplardan ve derslerden hatırladıklarını tekrarlayan diğerlerinden ayırır. Buradaki eşleşmeyi ve sentez ihtiyacını düşündüğünüzde ne türde tanımlamalar yapabilirsiniz? Şimdi en büyük engel önümüzde duruyor. Size önerebileceğim şey, analizinize, doğrusal, tümdengelimli mantıkla başlayıp, bütünsel tümevarımlı mantıkla bitirmeniz olacaktır. Bu en basit haliyle bir katmanla başlayıp, üstüne bir katman koyarak, daha sonra da birer birer diğer katmanları ekleyerek, tüm katmanları biraraya getirene kadar devam etmek demektir.



Tümdengelimli mantığın bir başlama noktasına ihtiyacı vardır. Astrolojik olarak başlama noktası doğal Zodyak olacaktır, çünkü birinci ev, ikinci ev gibi unsurların arketipleri bellidir. Bir evdeki bir burç bilincin özgün arketipinin nasıl ele alındığını sembolize eder; örneğin, bu evin evrenselliğe yönelimi ve kişinin içinde doğduğu özel kültürel şartlar. Tüm doğal evlerdeki bütün burçlar, bireyin nasıl özgün bir biçimde evrene ve kültüre yöneldiğini sembolize ederler. Evlerin içindeki gezegenler, bilincin psikolojisi ile ilişkilendirilir ve bilincin nasıl oluştuğunu, ne şekilde harekete geçtiğini temsil ederler; yani bir tür makinenin içindeki benzin gibi denebilir.



Öyleyse, örneğimizi dikkate alarak gidersek, tümdengelimli mantık şu eşleşmeleri ve prosedürü yaratacaktır.

1. Adım: 5. Evin arketipsel mahiyetini düşünmek.

2. Adım: Bunu dikkate aldıktan sonra, buna Yengeç arketipini eklemek.

3. Adım: Bunu da birleştirdikten sonra, Yengeç’teki Uranüs gezegenini eklemek.

4. Adım: Bunların üstünde düşündükten sonra, bunun Merkür’e yaptığı kare açı bağlantısını eklemek. Fazlarla ilgili çalışma yapanlar, bunun ilk dördünde oluşan bir açı olduğunu da ekleyebilirler (örneğimizde dereceler belirtilmediği için, bunun ilk dördünde olduğunu varsayalım).

5. Adım: Bundan sonra, Terazi’deki Merkür arketipini eklemek.

6. Adım: Sonra, 8. evdeki Merkür arketipini eklemek.

Dikkat ettiyseniz, birinci adımı beşinci evin arketipsel anlamını düşünerek başladık ve analizimizi sekizinci evi ekleyerek sonlandırdık. Böyle bir prosedür, tümdengelimli ve tümevarımsal mantık arasındaki bağlantıyı veya akışı sembolize eder. Bütün, tümdengelimli mantık bakış açısı ile görülebilir. Yine de sadece tümdengelimli mantık üzerine odaklanırsanız, bütünü tamamen idrak edemezsiniz. Tümdengelimli mantık ile prosedüre dayalı pek çok zincirleme saptamalar ve sonuçlara ulaşabiliriz. Doğum haritası yaşamın kendisi gibi eşzamanlı ve etkileşimli bir yapıya sahiptir. Tümdengelimli eşlemeyi bütün olarak anlayabilmek için, tümevarımsal mantıkla , odak noktasını sol beyinden sağ beyine kaydırmanız gerek. Bunu yaparak, kendi içinde ve diğer doğum haritası dinamikleriyle etkileşimde olan dengeler bütününü değerlendirirken, sezgilerinizi temele oturtmuş olursunuz.



Basitçe ifade edersek, bu çeşit bir farkındalık, prosedür sıralaması uygulandıktan sonra tümdengelimli işlemi durdurup, sadece gözleri kapatıp sağ beynin sol beyne yol göstermesine izin vererek gerçekleştirilebilir.



Şimdi, bu tümdengelimli prosedürü kullanalım ve 5. evde Yengeç burcunda duran ve Terazi’de, 8. evde bulunan Merkür’le kare açı yapan Uranüs’ün astrolojik eşleşmesini kullanarak örnekleyelim. Önce, bazı basit, arketipsel çıkarımlara odaklanalım. Diğer bir deyişle, şimdi küçük detaylar üzerinde fazla kafa yormayalım.



1. Adım: 5. Evin arketipsel mahiyeti kişinin yaşamının amacını oluşturmak ve bunu yaratıcı bir şekilde gerçekleştirmek, kişiliğinin yapısını ve özgün bireyliğini yansıtmalar yaparak yaratıcı bir şekilde gerçekleştirmektir. Kendini yansıtma amacı veya dürtüsü insanın kendini keşfetme yollarından biridir. Kendini keşfetme bu şekilde gerçekleşebileceği gibi, yansıtma eylemine geri gelen reaksiyonlarla da olabilir. Bu reaksiyonlar, kişinin yaşadığı çevreden gelen tepkiler şeklinde veya kendi içsel tepkileri olarak ortaya çıkabilir.



2. Adım: Şimdi Yengeç arketipini ekleyerek insan bilincindeki arketipsel, kendini yaratıcı bir şekilde gerçekleştirme ihtiyacının nasıl gözüktüğünü belirleyeceğiz. Yengeç arketipi insan bilincindeki, kişinin kendi hakkındaki imgelemini oluşturarak kendini güvenceye almasıyla ilişkilendirilir. Kişinin kendi imgelemini yaratması benmerkezci bir yapı olarak veya bilincin içindeki bireyselleşmiş bilinç merkezi olarak adlandırılabilir. Bir kişinin iç ve dış ortamının yapısı kendi imgeleminin yapısını, niteliğini, ve türünü belirler. Yengeç yakın çevre ile ilişkilendirilir; aile, ev, veya yakın arkadaşlar gibi. Güvenlik duygusu kişinin bağımlılık yaratan veya güvensizlik korkusuna neden olan, iç ve dış ortamının etkisiyle oluşturduğu kendi imgelemi ile bağlantılıdır.... insan bilincindeki bu ihtiyaç o kadar güçlüdür ki hisleri oluşturur veya yaratır. Ve bunlar ruhsal durumlar ve duygu çeşitleri olarak olarak karşımıza çıkarlar. ‘Ben buyum’, ‘bu doğrudur, bu değildir’ ‘ bu benim ihtiyacım olan şey’ vb. gibi ifadeler, insan bilincindeki bireylik duygusuna yardım eden benmerkezci yapıyı sembolize ederler. Böylece 5. evdeki Yengeç, egosantrik merkezin yaratıcı bir şekilde gerçekleştirilme ihtiyacını anlatır ki bu merkezde kişi içinde, dış dünyada yansıtmaya, ifade etmeye ve gerçekleştirmeye gereksinim duyduğu, yoğun bir duygusal girdap hisseder. 5. Ev aynı zamanda doğal bir ATEŞ arketipidir. Bireyin yoğun ve duygusal egosantrik merkezini yansıtma eylemi, dış dünyada kendini açığa vurması gerektiğinde, güvensizlik korkusuna neden olur. Su ve ateş arketipleri arasındaki çekişme, kişinin kendi hakkında oluşturduğu imgeleminin veya egosantrik merkezinin durmadan değişmesine sebep olur. Bu durum da kişiyi, bazen kendini yansıtma bazen geri çekme gibi duygusal döngülere yönlendirir. Durmadan değişen imgelem tutarsızlık yaratır; başlar ve durur ve böylece bütün bu dinamikleri yansıtan içsel ve dışsal ters tepkilere neden olur. Aslında 5. evdeki Yengeç, kendini yaratıcı bir şekilde yansıtma eylemi olarak, bireyin kendini yeniden doğurması demektir. Bu , kendilerine yoğun ve aşırı öznel bir şekilde yaklaşmalarına yol açar. Böylece, negatif reaksiyonlara karşı duygusal negatiflik ve savunma mekanizması geliştirdiği ve yakın çevresindeki insanların yaratıcı hareketleri, yansıtmaları veya sergilediği şeyler karşısında duygusal ve egosantrik olarak tehdit altında hisseceği gibi, aynı zamanda kendilerini daha üstün görme yanılgıları da üretebilirler.



3. Adım: Bu yorumların üstüne Yengeç’teki Uranüs’ ü katarak, daha ileri düzeyde bir denkleme ulaşırız. Arketipsel özgürleşme ihtiyacı ve üstünlük yanılgıları, diğerlerinin yaratıcı güçleri tarafından tehdit edildiklerini hissetmeleri, negatif reaksiyonlarla ilintili savunma mekanizmaları ve kendilerini yansıttıklarında diğerlerine kendilerini teşhir etmek konusundaki güvensizlik duygularının arkasında, özleri hakkındaki düşüncelerini YARATICI BİR ŞEKİLDE UYGULAMA ve GERÇEKLEŞTİRME veya özlerinin yönlendirmesiyle açıklamış oldukları düşüncelere, o esnada veya sonrasında, yaratıcı prensibi uygulama ihtiyaçları yatar. Uranüs sağ beyin aracılığı ile, bu düşünceleri neredeyse ardı arkası kesilmeyen bir akım şeklinde üretecektir. Çoğunlukla bu düşünceler tasavvur aşamasında kalıp, uygulanmayacaktır. Uygulamaya koyamama sorunu kişinin bilincinin egosantrik/duygusal aşamasında üretilir; yani kendini teşhir etmekle ilintili güvensizlik korkusundan kaynaklanır. Düşüncelerin olgunlaşması, sadece eyleme dönüştürerek veya yaratıcı yansıtmayla olur. Bu yapılana kadar, düşünceler yanlızca, tıpkı gelişimini tamamlamış ve ana rahminde doğarak gerçek dünyaya çıkmayı bekleyen bir bebek gibi, hazırlanmış plan aşamasında kalır.



Uranüs burada, neyin gerçekleştirileceğini ve yaratımı kimin yaptığını ifade eder.... Diğer bir deyişle, 5. evdeki Uranüs/Yengeç teması kişinin yaşam sahnesinde bireysel olarak yer almaya benmerkezci bir şekilde odaklamasının çok daha ötesinde bir şeyler olduğunu sübjektif bir seviyede objektif olarak kabul etmesi gerektiğini gösterir. Bu temel anlayış yukarıda sözü edilen problemlerden kurtulmasına yardım edecek, ayrıca deneyimlenen herhangi bir duygu, ruh hali ve düşüncenin nedeni ve kaynağı ile ilgili objektif ve bağımsız bir farkındalık oluşturmasını sağlayacaktır. Her türden reaksiyon, karşı saldırıya geçmek yerine, objektif olarak alınacak ve cevaplanacaktır. Bu farkındalık kişinin, güvende hissedebilmek adına nehirdeki bütün dönemeçleri kontrol etmek yerine, yaşamının kendi akışında gitmesine izin vermesini sağlayacak bir kurtuluş yoluna gitmesini destekleyecektir. Kişinin tek bir imgelem, bir tek yaşam biçimi ve yaratıcı ifadenin tek bir biçimine takılıp kalmak yerine, kendi- imgelemini, yaşam biçimini veya neye ihtiyacı varsa onu değiştirebilmesine izin verecektir. Bu farkındalık, diğer insanların da, bireyin kendi imgelemindeki her şeyi ve herkesi memnun etmeye yönelik egosantrik duygusal ihtiyaçlarına karşın, kendilerinin gerçekten oldukları gibi davranabilmelerine izin verecektir. Ve bunları takip eden son analizde, kişi egosantrik bireylik duygusunu şekillendiren bütün dış şartlardan şartsızlanacaktır. Böylece yaratıcı bir şekilde gerçeğe dönüştürülen ruhunun rahminden kendini doğuran bir birey olacaktır.



4. Adım: Şimdi Uranüs’ten Merkür’e yapılan kare açıyı da ekleyerek denklemi ilerletelim. Kişinin kendini keşfetme ve kendi doğal dürtülerini gerçekleştirme ihtiyacı, Merkür yoluyla (açı sayesinde) kanalize oluyor. Böylece birey bizzat tecrübelerinden toplayacağı bilgiler sayesinde kendini tanıma yolunda ilerlemesini sağlayacak çeşitli zihinsel ve duygusal deneyimlere yoğun bir ihtiyaç gösterecektir. Bir yandan kişinin içinde yetiştiği eski çevresinin getirdiği koşullar ve kimlik duygusunu uyumlamış olduğu çevresel faktörler ona karşı geldikçe daha çok isyan edecek, diğer yandan da kişi, kendi özünü yansıtmak için, egosantrik merkezini yeniden şekillendirmeye olan evrimsel ihtiyacı ve dürtüsüyle ilintili deneyimler arayıp bulacaktır. Kare açı aynı zamanda, kişinin yaşamın ne olduğu ile ilgili düşüncelerini, fikirlerini ve bilgisini gitgide değiştireceği anlamına geliyor. Kişi duygusal düzeyde içsel güvene ulaşmak için aynı düşünce yapısındaki insanları, egosantrik beslenme ve destek sağlayabilmek için de uygun ortamları arayıp bulacaktır. Merkür’e giden bu kare açı ayrıca içsel yenilenmeyi oluşturabilmek için dışsal deneyimlerden ve çevreden, dönem dönem geri çekilme ihtiyacını arttıracaktır. Bu yenilenme, dışsal deneyimler ve ortamlardan edinilmiş olan şeyleri zihinsel ve duygusal olarak sindirerek ve özümleyerek gerçekleşir. Bu yolla, zihinsel ve duygusal istikrar sağlanır.



5. Adım: Şimdi de Merkür’ün Terazi’de oluşunu denkleme katacağız. Bu arketip, samimiyet veya yakınlık potansiyeli taşıyan yani sadece benzer düşüncelerin oluşturduğu arkadaşlığın ötesinde ilişkiler başlatma veya arama ihtiyacını oluşturacaktır. Bu ihtiyaç, insanlara birbirini takip eden yeni yaklaşım biçimleri göstermelerine sebep olacaktır. Öncelikle birey, karşısındaki insanın düşünce biçimini, doğasını, değerlerinin, inançlarının yapısını ve hayata yaklaşım biçimini belirleyebilmek için, bu kişiyi tamamen entellektüel seviyede bir teste tabi tutacaktır. Bunu yapmasının sebebi sadece benzerlik derecesini anlayabilmek değil aynı zamanda ikisinin arasında oluşabilecek GÜVEN seviyesini tartmaktır. Güven seviyesi yakınlık derecesini; kişinin karşısındaki insanın kendisine ne kadar yakın olmasına izin vereceğini belirleyecektir. Bu, Yengeç ile Terazi arasında varolan doğal bir mücadeledir. Buradaki ihtiyaç ve güdü bireyin çevresinde, yaşadığı dönemin doğası ve durumuna uygun reaksiyonları sağlayan bir kaç kişilik bir arkadaş çevresi oluşturmaktır.

Terazi’deki Merkür ayrıca, kişinin çekişmeler ( kare açı ) yoluyla, bir ilişkinin içinde benmerkezci olmadan ya da kendini harcamadan eşit olarak yer alabilmeyi öğrenmesini ister. Eğer birey diğerleri tarafından özel olarak görülmek istiyorsa (5. evin Terazi ile ilişkisi ), onlara da aynı şekilde davranmalıdır. Eğer söylediği şeylerin diğer kişiler tarafından dinlenmesini istiyorsa, onları 5. evin getirdiği benmerkezci sübjektiflikle değil, GERÇEKLİĞİ onlar için var olduğu şekilde objektif (Uranüs) olarak anlayabilmesi için dinlemeyi öğrenmesi gerek. Ve eğer birey sadece kendisi olduğu için teşvik edilmek istiyorsa, o da başkaları için yapmayı öğrenmelidir.





6. Adım: Son olarak, 8. evde Merkür arketipini denkleme ekliyoruz. Şimdi, yaratıcı bir şekilde kendini keşfetme ve gerçekleştirme süreci evrimsel sınırlama dersleri ile bağlanıyor; kişi ne yapabilir, ne yapamaz, ne olabilir, ne olamaz, kişi nedir, ne değildir ve bunlarla (Terazi’deki Merkür’ün 5. evdeki Uranüs ile kare açısı ) işbirliği yaparak bu sınırları ne şekilde kabul edecektir (Merkür 8. evde). Diğer insanlar, bireyin hayatının kritik anlarında bu sınırların doğasıyla ilgili gerekli deneyimi sağlamak için ortaya çıkacaklardır. Bu kritik anlar normal olarak duygusal veya entellektüel yüzleşmelerle bağlantılıdır. Bu yüzleşmeler çeşitli yoğunluk ve çekişmeler içerir. Çarpışmanın harareti geçtikten sonra kişi ya bunları özümseyecek ya da geri çekilecektir. Bunu yaparak, ne olduğuyla ilgili yansıtma yapacaktır; 8. evin NİÇİN sorusuna yönelecektir. Bu da, böyle bir deneyimin anlamıyla ilgili objektif bir farkındalığa yol açacaktır ve devam etmekte olan, şimdiye dek bahsettiğimiz tüm yollar aracılığıyla kendini tanıma araştırmasında yardımcı olacaktır. Birey, düşüncelerinin , hislerinin ve heyecanlarının sebepleri, temeli ve niçinlerini belirlemeye çalışırken, kendini tanıma eylemi psikolojik odak noktası halini alacaktır. Böylece bu şartlanma kişinin aramakta olduğu bilgi, deneyim ve derslerin alanını daraltacaktır. Gelişigüzel deneyimleri, bilgileri vb. eleme ve tanışmak veya ilişkiye girmek için aradığı insanların türleri konusunda alanını daraltma eğiliminde olacaktır. Aynı zamanda gereksiz sohbetler ve diyaloglardan kaçınacaktır; bir kişiyle konuşmak için bir nedeni veya gereksinimi yoksa konuşmayacaktır. Birey çekici, etkileyici, zorlu, güçlü ve açıksözlü insanlara; diğer insanların olmalarını istediği gibi değil, kendileri gibi olan insanlara çekim duyma eğiliminde olacaktır. Böylece bu insanlar, kişiyi tüm dışsal şartlandırıcı faktörleri üzerinden atarak, yaradılışının gerektirdiği gibi olması için motive (8. ev) edeceklerdir. Bu yolla, mevcut statükoya direnç gösteren ilişki dinamiklerine gittikçe daha çok ilgi duyacaklardır. Bu tür ilişkilerde, seksüel dinamiklerin kendileri de birer deneyim (Uranus) olacaklardır. Birey, cinsel ‘gizemleri’ veya tabuları delmek için zihinsel ve duygusal bir ihtiyaç taşıyacaktır. Bu ihtiyaç, bu düzeyde bile git gide artan bir statükoyu yansıtır. Bu ihtiyaç çeşitli şekillerde kendini gösterir. Arketipsel düzeyde, kişi şimdiye dek bahsettiğimiz yollarla birlikte şimdi de seksüel dinamikler yoluyla anima ve animusunu nasıl bütünleyeceğini öğrenir. Bu yol, çeşitli şekillerde ifade edilen cinsel yaratıcılığı içeren cinsel rol eşitliği kadar basit bir şey olabilir. Bu ihtiyaç, kişinin kendini yansıtma ve keşfetme arzusu ve gerçekte kim olduğunu, özünü yansıtabilmek için egosantrik merkezini yeniden yapılandırmaya olan ihtiyacı ile bağlantılıdır.



Bu örnek, adım adım tümdengelimli işlemi temsil ediyor. Bu yöntemi tüm haritaya uygulayabilirsiniz. Bu noktada, bütünün tümevarımsal farkındalığını oluşturabilmek için size oturmanızı, arkanıza yaslanıp, gözlerinizi kapatarak bu bilgiyi bir çırpıda anlamaya çalışmanızı tavsiye ederim. Bu şekilde tümevarımsal yaklaşımın, ana arketipler ile ilgili bilgilerin sürekli gelişmesini ve derinleşmesini sağlayan dolaylı bir farkındalığa yönelttiğini görebilirsiniz. Bu anlayış da gittikçe daha çok detayı, inceliği ve nüansı anlayabilmenizi sağlar. Anlayışınız kesin ve doğru olacaktır.



Şimdi hatırlayalım: Uranüs ile diğer bir gezegen(ler) arasındaki natal açı kişinin bilincinde tüm yaşamı boyunca bir dinamik olarak duracaktır. Bu durum aynı zamanda, Uranüs’ün bulunduğu natal ev, burç ve 11. evde bulunan burç için de geçerlidir. 11. Evdeki burcun yönetici gezegeninin bulunduğu burç ve ev, kişinin öncesinden gelen şeylerden özgürleşme, bağımsızlaşma ve şartsızlanma dinamiklerini kolaylaştırabilmek için hayatın hangi alanına çekildiğini belirler. İlave olarak, Kova’nın yerleştiği ev, bireyin özünü yansıtabilmek için tüm bilincini kökten değiştirmeye çalıştığı alanı gösterir. Uranüs Kova’nın yönetici gezegenlerinden biri olduğu için, Uranüs’ün burc ve ev yerleşimi bunun nerede ve nasıl yapılabileceğini belirler. Diğer yönetici gezegen Satürn ise burcu ve yerleştiği eve göre kişinin Uranyen itkileri nerede, niçin ve nasıl sınırladığını belirler. Eğer kişi psikolojik bir bedel ödeyerek, sosyal ve bireysel olarak güvende hissetmek için mevcut statükoya uyum sağlamaya çalışmıyorsa, Satürn’ün retro olmasıyla bu durum değişebilir.

devam edecek...

Çeviren: Serap Şengöz

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
11-20-2007 05:31 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #6
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK 6
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -5

Jeffrey Wolf Green

TRANSİTLER

Uranüs natal gezegenlere transit yoluyla açı yaptığında veya diğer gezegenlerin 11. eve yaptığı transitlerde, Kova burcunun yönettiği ev transit aldığında; natal 11. evin başlangıç çizgisindeki burcun yönetici gezegeninin doğum haritasında yaptığı transitler veya doğum anında Kova burcunda bulunan natal gezegenlere olan transitler esnasında buralarda neler olduğunu belirleyebilmek için aşağıdaki tümdengelim/tümevarım yöntemi uygulayabilirsiniz.

Tüm bu faktörler şartsızlandırma, kurtuluş, ve bilinenlerden yani geçmiş şartlandırmalardan özgürleşme arketipleri ile ilintilidir. Bu faktörlerin birleşimi, bütün insanların içinde taşıdığı ‘herkesten farklı olma’ duygusuyla bağlantılıdır. Farklılık derecesi, kişide bu duygunun ne kadar vurgulandığı, doğasındaki Uranyen enerjinin derecesi ile belirlenir. Diğer bir deyişle, 11. evde dört-beş gezegenin bulunması, Uranüs’ün Yükselen burçta yükselişte olması, Uranüs’ün 12. evde olması veya 11. evde hiç gezegen bulunmamasından daha farklı olacaktır. Burada Uranyen dinamikler daha fazla vurgulanmaktadır. Tüm insanların haritalarında Uranüs, Kova burcu ve 11. evlerinde bir burç mevcuttur. Bu, tüm insanlar için “ortak payda” dır. Bundan dolayı dikkatimizi incelediğimiz başlıca prensipleri temsil eden Uranüs gezegeni üzerinde odaklayacağız.

Uranüs transitinde yaşayacağımız en kısa dönem, bireysel bakış açısıyla on sekiz ay, kollektif bakış açısı ile de sekiz yıldır. Uranüs hangi burca transit yaparsa yapsın, kollektif bir amaç ve etkiye sahip olacaktır. Bununla birlikte bireyler üzerinde de, sadece burçla bağlantılı olmayıp, aynı zamanda her doğum haritasında transit yaptığı evle de ilintili olarak bir amaç ve etki taşıyacaktır. Uranüs normalde bir evde sekiz yıl geçirecek, eğer ev kıstırılmış bir evse bu süre on altı yıla çıkacaktır. Aşağı yukarı onsekiz ay sonra, ev başlangıç çizgisine beş derece kala ve beş derece geçe kesişmesiyle ile ilk etkisini gösterecektir. Buradaki burçta ve evde vurgulanacak konuyu görebilmek için natal Uranüs’ün ev ve burç yerleşimine başvurmak gerekir. Esasında, geçmiş şartlandırmalar tarafından şekillenmiş olan ve Uranüs’ün transit yaparak kurtuluş amacıyla yüzeye çıkardığı sorunlar, natal Uranüs’ün ev ve burç yerleşimi ve aynı zamanda diğer gezegenlerle yaptığı açıların süregelen şartsızlanma güdüsü üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir. Her iki taraftaki olaylar bağlantılıdır ve bu yüzden birbirlerini etkilemektedirler. Ve, tabii ki, natal Uranüs-Kova burcu yerleşimi bağlantısına da bakmak gerekir. Bu doğal, süregiden üçleme her zaman yaşantımızda kendini belli eder.

Bu üçlemeyi basit bir şekilde örnekleyebiliriz. Natal Uranüs İkizler’de, kişinin sekizinci evinde, Kova burcu I.C. de, Uranüs transiti Yay’da kişinin ikinci evinde ve natal Uranüs’e karşıt açı yapıyor. Bu transit etkisinin kendini nasıl göstereceğini anlamak için kişinin geçmişini tasarlayalım: Mali açıdan kişinin geçmişte fakir bir aile ortamında yetiştiğini ve paranın yokluğu yüzünden ebeveynler arasında oluşan düşmanca tutumun, aile biriminde yoğun duygusal gerginliğe sebep olduğunu varsayalım. Bu ailenin bıraktığı iz kişinin kendi imgelemini şartlandırmaz mı ve parasal ve duygusal meseleler arasında bağlantı kurmasında anahtar noktayı oluşturmaz mı? Bu bağlamda, Uranüs’ün Yay burcunda, ikinci evde yaptığı transitin kişinin parasal kaynaklarını kökünden değiştirdiğini düşünelim. Bu değişim, kişinin var olan kariyerini geliştirmesi için karşısına çıkan fırsatlar (Yay) yoluyla meydana gelmiş olabilir. Şimdi, daha fazla para ve bununla birlikte yeni mal-mülk edinmesi, doğuşundan gelen potansiyelle geçmiş aile şartlandırmalarına uygun olarak oluşturduğu kendi-imgelemi ve duygusal meseleleri üzerinde nasıl bir etki oluşturacaktır? Uranüs transiti bu durumda, kişinin kimliğini ve duygularını şekillendiren koşulları değiştirme veya bunlardan kurtulup yenilerini geliştirme fırsatını sağlayabilir. Bir ev veya arazi (Kova I.C. de) gibi yeni mal-mülk alımlarına gidebilir veya var olan evini genişletme ve/veya restore etme gibi yollara başvurabilir. En azından, bu değişim, fırsatların artması ve maddi gelirinin yükselmesi yüzünden kendini fakir olarak gördüğü kendi- imgeleminden daha olumlu bir yöne doğru ilerlemeye başlamasına yol açacaktır.

Uranyen arketipler transitlerle aktif hale geçtiğinde birey, ülke veya dünya için geleceğin habercisi olan ‘sinyaller’ üretmeye başlar. Bu sinyaller önce sadece mevcut olan bireysel veya kollektif gerçeklik durumundan (Satürn) tamamen farklı görünen küçük mesajlar gönderir. O yüzden, bu sinyaller nadir olarak anlaşılır veya rehber olarak kullanılır. Bireyin veya toplumun evrimsel gereksinimlerinin kazandırdığı ivmeye bağlı olarak bu sinyaller daha fazla sıklaşır ve ilk sinyallerin işaret ettiği durum, olay, gelişme veya gereksinimlerle ilintili olarak daha kısa aralıklarla ortaya çıkar. İlk sinyallerin gösterdiklerini rehber olarak kullanmayan birey veya toplum aniden meydana gelen durum, olay vb. karşısında ‘hayrete düşer’; beklenmedik veya hazırlıksız yakalayan olaylar Uranüs’ün işidir. Hazırlıksız yakalanan birey veya toplum kendini tekrar bütünleyebilmek ya da en azından durumun yarattığı kişisel veya toplumsal ‘kontrolünü kaybetme’ duygusu veya korkusunu dengeleyebilmek için süratle, ortaya çıkan durum veya gelişmeye intibak etmek zorundadır.

Günümüzde Batı’da ve bazı sanayileşmiş ülkelerde bu durumu yansıtan bir fenomen bahsettiğimiz konuya bir örnek oluşturuyor; gittikçe artan ergen intiharları. Bu fenomen önce Pluto ve Uranüs’leri Başak burcunda olan insan gruplarında meydana geldi. Bu grubun belli bir yüzdesi kendi geleceklerinin (Uranüs) yansıması ile ilgili bir boşunalık, gereksizlik çekirdek (Pluto) duygusuna sahiptir. Bu çekirdek duygu, bunalımlı, son derece yanlız ve geleceğin son derece gereksiz ve boşuna olduğunu hissettiren bir psikolojiye sebep vererek intihar düşüncelerine yol açar ( Pluto, Uranüs, Başak). Eşdeğer grup psikolojisiyle (Uranüs) ilintili olarak jenerasyonun içindeki bu türde insanlar aynı düşünce yapısına sahip insanları ararlar. Pluto, Akrep veya sekizinci ev intihar fenomeni ile bağlantılıdır. Bu kişiler, benzer yapıya sahip insanların oluşturduğu grupta

(Uranüs ile Pluto bağlantısı) duygusal güvenliği ( Pluto) bularak, birbirlerini bu düşünceyi takip etmek için motive ederler.

Bu kuşaksal gruptaki intihar fenomeni, Uranüs’ün Yay burcuna hareket etmesiyle başladı. Bu hareket, grubun doğum haritalarında Başak burcunda bulunan Uranüs ve Pluto’ya kare açı yapmakta. Fazları anlayan veya fazlarla çalışanların bileceği gibi bu ilk çeyrek açıdır. Dane Rudyhar’ın da işaret ettiği gibi bu faz ‘eylemde kriz’ yaratır. Bu gruptaki bazıları için kriz, intihara sebep olur. Tüm bunların sebebi, Uranüs’ün Yay burcuna girerken meydana getirdiği sinyallerin ya görmezden gelinmesi ya da toplum tarafından kendi başına, bağlantısız olaylar olarak yorumlanmasıdır. Bunun sonucunda ergenlerdeki gereksizlik hissi ve tanımlanamayan bunalım duygularını (Uranüs Başak’ta) yoğunlaştırarak, doğalarında bulunan niteliklerle birlikte intiharı teşvik etti. Böylece sinyallerin sıklığı arttıkça, daha fazla ergen, gelecekleriyle (Uranüs) ilgili bu yöntemi (Başak) yeğlediler. Sinyallerin artması, en sonunda toplumu (Satürn) ergen nüfusla ilgili bir şeylerin korkunç bir şekilde yanlış gittiği gerçeğini kabul etmeye zorladı. Bu kabullenme hali de toplumu bu sorunla baş edebilme (Satürn) yolları bulabilmek için ya da en azından kontrolden çıkmasını önleyebilmek amacıyla, öncelikle olayın olası nedenleri (Pluto) üzerinde kafa yormaya zorladı. Nedenleri belirlemek, sinyallerin sebeplerini ve kökenlerini tanımlamak geleceğin olabilecek en olumlu şekilde kendini ortaya koyabilmesine izin verir; yani bireyin, ülkenin veya gezegenin evrimsel ihtiyaçlarını yansıtan bir şekilde.

Kolektif olayların evrensel ve toplumsal olarak karakteristik nedenleri vardır. Üstünde durduğumuz noktayı resimlemek için bir örnek verelim; Japonya’da ergen nüfusta görülen intiharların başlıca nedenleri eğitim programlarında (Yay), nasıl yetiştirildiklerinde, idare edildiklerinde ve toplumdaki bireysel ve sosyal başarısızlığın sonunda ortaya çıkan sonuçlardan etkilenmiş olan yaşıt gruplardan gelen baskılarda aranmalıdır; topluma göre başarısızlık, içinde fırsatlar barındırmayan bir hayat, anlamsız bir iş ve fakirlik getirir. Bu baskıların içinde kabul edilmiş uyum normlarına (Satürn) aykırı olarak görülen, bireyselliği, eşsizliği, kişisel gösterişi bastırmak da vardır. Eğer Japonya problemin farkına varır, nedenler üzerinde dikkatlice düşünür ve gerekli düzenlemeleri yaparsa, o zaman var olan şartlara uyum sağlayamayan ergen nüfusu yeniden yaşamak ve bireyselliği ve farklılığı takdir edilen üretken vatandaşlar olmak için yeniden teşvik edilebilir. Ergenler üzerindeki bu düzenleme, bir ulus olarak evrim geçirmeye çalışan toplumun bütününde çok geniş bir etkiye sahiptir. Bu ergen intiharlarının evrensel sebeplerinden biri de nükleer çağ olabir mi? Ve özellikle de bu çağın ortaya çıkardığı silahlar. Aslında bu nesil, bu sosyal ve gezegensel şartlarda doğan ilk nesildir. Pluto ve Uranüs’ü Başak’ta olan bu ergen nüfusun pek çoğunda Neptün’ün Akrep’te olduğunu görüyoruz. 1960 larda zamanın kolektif gösterge ve titreşimlerinden biri de, bireysel ve toplumsal gerçekliğin tüm seviyelerinde çelişki ve kutuplaşmaydı. Süper güçler arasında gelişmekte olan zıtlaşma ve kutuplaşmayı hızlandıran Küba füzeleri krizi on yıllık süreyi başlattı. Kriz sırasında birkaç gün kolektif atmosferdeki ‘titreşim’, yaşamı da içine alan en büyük belirsizlik dönemlerinden birini yarattı. O zaman kaç tane şimdi ergen olan çocuk doğdu veya ana rahmindeyken titreşimleri annelerinden aldı? Bu on yıl, aynı zamanda, Amerika’da Kennedy suikastinin ve Rusya’da Khrushchev’in açığa alınmasının duygusal şoklarını oluşturdu. Her ikisi de nükleer başlıkların kontrolünün gerekli olduğuna , atmosferde infilak eden nükleer aygıtları yasaklayan bir deneme anlaşmasına karar vermişlerdi. Ancak ikisi de, ülkelerindeki ‘savunma uzmanları’ (Akrep) tarafından ülkelerinin ve dünyanın uzun vadeli güvenliğini baltalıyor (Neptün) olarak algılandılar. Bu algının sebebi, silahsızlanmayı veya nükleer stratejilerileri ( Pluto ve Uranüs Başak’ta) sınırlama (Akrep) anlaşmalarını global ve ulusal güvenlik açısından tehdit edici olarak yorumlayan genel düşünce eğilimiydi (Pluto ve Uranüs Başak’ta). Böylece, caydırıcılık oluşturacak şekilde bu düşüncenin ortaya konuluşu iki taraflı (karşılıklı) yok ederek olmalıydı (Başak çift yönlüdür). Savunma Uzmanları, bu nedenle, Kennedy ve Krushchev’in planlarının daha ileriye gitmesini engellemek için suikast stratejileri geliştirdiler (Başak’taki Pluto ve Uranüs ile Akrep’teki Neptün bağlantısı). Kennedy 1962’de tarihsel açıdan bakarak (Fransız yenilgisi) boşuna olduğunu farkettiğinde Vietnam’dan çekilmek bile istemişti. Kennedy barış istiyordu. Öldürüldüğünde ve Krushchev uzaklaştırıldığında, 1960’lardaki Vietnam olayı, nükleer ilerleme ve sosyal kutuplaşma kendini gösterdi. Bu kolektif titreşim, şu anda ergen olan çocuklar tarafından nasıl alındı? Bununla şimdiki ergen intiharları arasında bir bağlantı var mı? Eğer varsa, bu insanları yaşamaya teşvik etmek ve dünyanın yaratıcı ve üretken vatandaşları haline getirebilmek için gerekli düzeni oluşturabilmek adına hangi nedenlere bakmak gerekir? Bu gruptaki göstergeler tüm insanlık için hangi uzun vadeli gereksinimleri (gezegenin evrimsel ihtiyacını) ima etmekte ve simgelemektedir?

Uranus transiti, aynı zamanda, birey için de sinyaller oluşturur. Uranüs transitlerini incelerken beş derecelik bir orb aralığını dikkate almanızı tavsiye ederim; yani tam açının oluşmasına beş derece kala ve tam açıdan beş derece sonra. Tam açıya beş derece kalması Uranüs sinyallerinin başlangıcını sembolize eder; huzursuzluk hislerinin ilk kıpırdanışını, eyerin altındaki demir çubuğu hissetmeye başlanılan zamanı. Kişinin bilinçli farkındalığında kendi iradelerine sahip bağlantısız düşünceler, mesajlar veya fikirler uçuşmaya başlar. Nereden geldikleri belli değildir, ve görünüşte kişinin mevcut gerçekliğinin koşullarına uymazlar. Bu yüzden çoğu birey bu fenomeni görmezden gelir ya da bastırır. Uranüs transiti natal gezegen(ler)le tam açıya yaklaştıkça, mesajlar ve sinyaller daha sık ve sürekli bir hal almaya başlar. Tedirginlik ve huzursuzluk daha da artar. Kişinin mevcut gerçekliğinin oluşturduğu kısıtlamalardan özgürleşme isteği yoğunlaşır. Pek çoğunda mevcut yükümlülükleri kapı dışarı etmek için dayanılmaz bir istek ortaya çıkar. Sinirlilik, öfke ve psikolojik/ fizyolojik stres baş gösterir. Daha önce konuştuğumuz çeşitli fiziksel durumlar meydana gelir.

Tam açıya yaklaştıkça sinyaller ve mesajlar çoğalır. Böylece, bu süreç ilerledikçe, birey sinyal ve mesajların tekrarlandığını fark etmeye başlar. Kişinin bireysel bilinçaltından ortaya çıkan sinyaller veya mesajlar gelecekte olacakları ima eder ve simgeler. Bireysel bilinçaltından ortaya çıkan sinyal veya mesajlar sağ beyinden sol beyine taşınır. Bu nedenle, bu mesaj ve sinyaller sanki kendi iradelerine sahipmiş gibi görünürler. Bu mesajlar bireyin içinde bulunduğu fiziksel çevrede de, bireysel bilinçaltının dışarı yansıtılması ile olaylar formunda farkedilir ve deneyimlenir. Birey bu algı ve deneyim formunu alan yansımaları bir radar aygıtı gibi kaydeder. Uranüs transiti ile mücadele edebilmenin yolu belli bir dönem içinde kendini sürekli tekrarlayan temel öğeleri bir ya da iki kere ortaya çıkanlardan ayırarak İZLEMEKTİR. Uranüs’le ilintili belli bir dönem iki ya da üç ay anlamına gelir. Tümdengelimli analizin yan ürünü olmayan kendini tekrarlayan düşünceler, mesajlar veya sinyaller kişinin yaşamında gelecek üç beş yıl için gerekli talimatlar, yönergeler veya uygun stratejileri taşır. Bir ya da iki kere ortaya çıkanlar ise ya özlemler (hayaller) ya da kişinin yaşamının on veya on beş yıl sonrası ile ilgili şimdiden ortaya çıkmış haberlerdir (kısa görüntüler).

Hemen, düşünmeden hareket etmektense belli süre izlemede kalmak çok önemlidir. Bu önemlidir çünkü böylece, değiştirilmesi gereken şeylerin nedeni veya kaynağı olan öznel ben-merkezci şartlar ve durumlardan sıyrılarak objektif bir farkındalık oluşturulabilir. Çoğunlukla, kişi özgür olmak için Uranyen dürtülerle bu tip durumlara hemen karşı çıktığında (isyanlar), çok üzüntü çeker. Bunun sebebi, kişinin yaşamını teşkil eden pek çok şeyin de evrensel eşzamanlılık yasasına bağlı olarak hızla değişiyor olmasıdır. Bu yüzden bir süre izlemede kalarak mücadele etmek daha iyidir. Bu şekilde bireyin içinde neyin değişip ve neyin değişemeyecek olduğu üzerinde objektif bir odaklanma yaşanabilir. Değişemeyecek ya da değişmeyecek durumlar veya şartlar ne olursa olsun kişi gerçekçi gelişim ihtiyacını kolaylaştırmak için yoluna devam etmelidir. Yine de, Uranyen transiti deneyimleyen her insanın aslında içinde taşıdığı mevcut unsurları İÇSEL olarak değiştirme ihtiyacı duyduğunu unutmamak gerekir. Bu ihtiyaç, bir radar aleti gibi dışarı yansıtıldığında, kişinin, içsel büyüme gereksinimini git gide daha fazla kısıtlıyormuş gibi görünen dışsal şartların KESİN idrakına varmasına neden olur. Bu yüzden, Uranüs transiti sırasında karşılaşılabilecek tehlikelerden biri de sorunların kaynağını YANLIŞ YORUMLAMAKTIR. Daha önce, Uranüs’ün YANSITILAN yaratma ile ilgili olduğunu söylemiştik. Yani bu, bireysel manada, hepimiz sadece ve tamamiyle içsel koşullarımızdaki mevcudiyetimizi yansıtan dışsal gerçeklik koşullarını oluşturuyor veya yaratıyoruz demektir. Bu içsel mevcudiyetimizin çeşitli dinamikleri ya da öğeleri, Uranüs transitinde deneyimlendiği gibi, evrimsel büyümede sınırlayıcı olmaya başladığında, değiştirilmesi gereken içsel sınırlamaları doğru bir şekilde algılamaya çalışmak yerine özel durum ve şartları kısıtlamanın kaynağı olarak görmeye devam ederiz. İşte bu durum, Transit sırasında problemin kaynağını yanlış yorumlama ihtimalini yaratır. Değişmekte olan şeyin içsel gerçekliğimiz veya mevcudiyetimiz olduğunun farkına vardığımızda, ancak o zaman tekrarlayan mesajlar ve sinyallerde ima edilen ve değişimimizi gerçekleştirebilmemizi sağlayacak stratejileri oluşturabiliriz. Böyle davrandığında, bireyin içsel titreşimi değişmeye başlar. Bu titreşimsel değişim, değişmekte olan yaşamımızın dışsal koşullarının veya olaylarının algısını yaratacak şekilde dışarı yansıtılır. Değişmeyen veya değişmeyecek olaylar veya koşullar ise sadece içimizde artık ölmüş olan ya da geride bırakılan şartlanmaları yansıtır veya sembolize eder. Belli bir süre kendilerini tekrarlayan sinyal veya mesajları izledikten sonra, mücadele yolu, onlara analitik seviyede değil, içgüdüsel olarak karşılık vermektir. Eğer bir birey Uranüs transiti sırasında sol beyine odaklanırsa bu sadece şüphe ve karmaşaya yol açar; ve bu da işine yaramaz. Çünkü, sol beyin sinyal ve mesajları çeşitli görüş açıları veya perspektiflerle yorumlayacaktır. Bu mesaj ya da sinyallerin mantıksız olduğunu ve yürürlükte olan gerçeklik düzenine uymadığını ileri sürecektir. İDRAK EDİLEBİLİR mantıksal bağın kaybedilmesi, sosyal ve bireysel olarak güvensizlik hissine sebep olur. Sol beyin şimdi Uranüs transiti ile harekete geçmiş olan ve ne yapılması gerektiğini anlatmaya çalışan sağ beyini dinlemeden kendi kendine konuşup durur. Mesaj veya sinyalleri içgüdü seviyesinde birleştirerek, örneğin doğru veya yanlış geldiklerine bakarsak, buna göre adım adım gidersek, yeni ve ivme kazanmış gelecek zaman kendini an be an kolayca tanımlamaya başlayacaktır. Bu şekilde, neden olduğunu bilmeyi talep etmeden karşılık vermek, birikmiş olan stresi ve huzursuzluğu geleceğe doğru atılan her bir adımla doğrudan orantılı olarak azaltacaktır; ki bu gelecek, bireyin yaşamında hem manen hem madden sınırlayıcı olan geçmiş şartlandırmalardan kurtuluşu içermektedir. Uranüs transiti natal gezegenle yaptığı tam açıdan uzaklaşmaya başlarken, artık değişmiş olan iç ve dış gerçeklik şartları istikrar kazanmaya ve sağlamlaşmaya başlayacaktır. Değişimlerin neden meydana geldiği ile ilgili perspektif ve anlayış kazanılacaktır.

Şimdi bir örnek oluşturalım. Venüs’ü altıncı evde ve Akrep’te olan bir kişiyi düşünelim. Bu kişinin A.B.D’de Alabama’da doğan ve yetişen bir erkek olduğunu varsayalım. Bu adam beyaz, orta sınıftan ve Protestan olarak yetiştirilmiş olsun. Evrimsel olarak konuşursak, bireysel görüş ile genel görüş (sürü psikolojisi) arasında köprü kurmakta. Bu ruhun içinde doğmayı seçtiği dış koşullar, kişinin içinde taşıdığı evrimsel gelişimi yansıtarak, Güney Amerika kültür normları olarak vücut bulur. Venüs bu durumda sert, baskın ve kadınları daha aşağıda gören türde bir erkeklik oluşturur. Akrep’in cinsel içeriği de, buradaki durumda, kadını ‘elde edilecek’ bir şey olarak belirleyen şartlanmış değerlere dönüşür. Aynı zamanda iş ahlakı (altıncı ev) da beynine yerleştirilmiştir ve kendini işiyle ilişkilendirir ve buna bağlantılı olarak kendine anlam verir. Altıncı ev arketipi aynı zamanda kişinin nasıl ve ne olması veya ne zaman ne yapması gerektiği ile ilgili beklentilerini yansıtan, kendisine yakın birini de temsil eder. Buradaki eleştiri özelliğini özümlemek (Akrep), yoğun bir şekilde özeleştiri yapan bir insan yaratır ve yaşı ilerledikçe diğer insanlardan gelen tenkit olarak algıladığı şeylere karşı savunmaya geçmesine sebep olur. Böylece bu dış ve iç şartlanmalar bir kadınla nasıl ilişki kuracağını ve bu ilişkinin içindeki dinamiklerin tabiatını belirler. İlişkilerinde duygusal güvenliği, kontrol edebileceği, sahip olabileceği, hükmedebileceği, ikinci derecede hissettirebileceği ve kültürel anlamda geleneksel tipte kadınlar ile birlikte olarak sağlar. Diyelim ki böyle bir ilişki kurarak güvenliğini sağladı. Ama genel görüşten bireysel görüşe yansıyan evrimsel gerilimi göz önüne alırsak, bu yaşamın bir noktasında bu ilişkinin bozulacağı koşulların ortaya çıkacağını kestirebiliriz.

İçinde bulunduğumuz zaman çerçevesinde, Uranüs, Venüs noktasına Pluto veya Satürn’den önce transit yapabilirdi. Neptün Uranüs’den önce bu noktayı vurmuş olabilirdi, ancak bu kişinin şimdi otuzlarında olduğunu varsayarsak, o zaman kendi evrimsel durumu ile ilintili nihai anlamı bütünleştirmek için çok genç olurdu. Demek ki Uranüs yirmili yaşlarının sonunda veya otuzlu yaşlarının başında Venüs’e değmiş olacaktı. Böylelikle Venüs fonksiyonunu tanımlayan geçmiş şartlandırmaları çözmeye yönelim ortaya çıkmış olurdu. İçsel olarak, kendisi hakkında farklı (Uranüs) hissetmeye (Venüs) başlardı. Yaşamının bütününde (yaşam biçiminde) halihazırda sahip olduklarından daha fazlasına ihtiyacı olduğunu hissetmeye başlardı (gereksinimin yoğunlaşması altıncı evdeki Venüs’le Akrep’te transit yapan Uranüs’ün kavuşumu ). Mevcut varoluş biçimine ve bunun yansıması olan değerlere içsel olarak isyan etmeye başlardı. Altıncı evin doğal eleştiriselliği ve iç gözlemi yoğunlaşırdı. Huzursuzluk ve sinirlilik artar ve duygusal geri çekilme veya içine kapanıklık dönemleri baş gösterirdi. Mevcut arkadaşlarını veya tanıdıklarını (Uranüs) eleyerek, en güvendikleri hariç tümünden kendini teker teker çekmeye başlardı. Bilinçaltındaki konular bilinçli farkındalığına yükselmeye başlardı. Bu konular şimdiki zamanda büyüteç altına alınmışçasına yüzyüze geldiği geçmiş ve geleceği kapsardı.

Bu kişi doğasında var olan kaybetme ya da terkedilme korkusu ( Venüs Akrep’te ) yüzünden bu değişim ihtiyacına karşı koymayı, onu reddetmeyi veya bastırmayı tercih eder ya da hızla değişmeyi yeğler. Eğer karşı koymayı seçerse o zaman, Uranüs transiti tam açıya yaklaştıkça bu kişinin evlilik partneri yukarıda bahsedilen şartları, sinyal veya mesajları kendinde gösteren kişi olur. Kadın bunu, adamın koşulların değişmesine yönelik objektif farkındalığa varması için yapacaktı; buradaki durumda kendisiyle ilişki kurma biçimi ve ona nasıl davrandığı ile ilgili adamı düşünmeye sevkedecekti. Ve tabii ki, kadın burada adamın kendi içinde direnç gösterdiği şeylerin sembolü haline geliyor; yaratılan ve dışarıya yansıtılan gerçeklik. Eğer adam kadından gelen, kendini tekrarlayan sinyal veya mesajlara kulak asmazsa, bir noktada kadının isyan edip sahneden çıkacağını tahmin edemez miyiz? Belki de ihtiyaçlarını önemseyen ve karşılayan birine ‘ani’ veya hipnotik bir çekim hissederek bunu yapamaz mı? Bu türde bir duygusal şok ( Venüs Akrep’te) sonradan ne ve neden olduğuyla ilgili değerlendirme yaparak adamın objektif farkındalığının (Uranüs şimdi tam açıdan uzaklaşıyor) yükselmesine neden olmaz mı? En azından buna gayret eder ki bu gayret, olay gerçekleştikten sonra gerekli değişiklikleri yapmasına zemin oluşturabilir. Bununla birlikte, evrimsel şartlanmalarıyla eşini birtakım müstehcen Akrep nitelikleriyle özdeşleştirerek durumu mantığına uydurmayı seçebilir ve böylece istediği gibi yani eskiden düşündüğü gibi olabilecek bir başka partneri elde etmeyi deneyebilir. Böyle olursa, Satürn ve sonra da Pluto transitleri, şimdi gezegen arketiplerinin sembolik yollarıyla deneyimlenen aynı krizi tetiklemek için geleceklerdir.

Eğer gerekli değişiklikleri yapmayı seçer ve eşi değişmek istemezse o zaman yukarıdaki durum tam tersine çalışabilir. Gizli (Venüs Akrep’te) veya açık bir şekilde (Uranus transiti Venus kavuşumuna yaklaşırken) ifade ettiği sinyaller veya mesajlar partneri tarafından görmezden gelindiği noktada tamamen geri çekilir. Bu geri çekiliş gittikçe yaşamının bütün yönlerine yayılır. Bunun sonucunda işiyle ilgili eleştirileri ya da uyarıları patronu veya amirleri yoluyla üzerine çeker. Eğer bu uyarıları gözardı ederse ‘ani’ bir iş kaybıyla karşılaşabilir. Mevcut gerçekliğinden kendini geri çekmesi ve içine kapanması ile bağlantılı olan bu kayıpların kartopu gibi büyümesi ile birlikte yeni ve farklı bir geleceği simgeleyen düşüncelerin ve fikirlerin bilincine kendiliğinden doluşması hızlanır. Sonrasında, kendini tekrarlayan bu sinyal ve mesajlar kişiyi tamamen yeni yaşam koşulları ve partner arayışına yönlendirir. Genel olarak yeni durumunu özellikle de ilişkilere yeni bakış açısını simgeleyen kadınlara aniden çekim duymaya başlar.

Buradaki en iyi senaryo, hem kendinin hem de mevcut partnerin tüm bunları BİRLİKTE hissetmeye başlaması ve tamamen yeni bir yaşamı korkusuzca (Uranüs altıncı evde, Akrep’teki Venüs’e transit yapıyor) beraberce yaratmaları olurdu.

devam edecek...

Çeviren: Serap Şengöz

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
11-20-2007 05:32 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #7
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK 7
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -5

Jeffrey Wolf Green

Soru: Uranüs transitinin kendine yaptığı karşıtlıktan (oppozisyon) bahseder misiniz?

Elbette. Bu transit pek çok insanda deneyimlenen meşhur orta yaş krizi ile bağlantılıdır. Genellikle, 38 ve 42 yaşları arasında meydana gelir. İnsanlar neden bunu bir kriz olarak deneyimlerler? Bu kriz neyle ilgilidir? Bu duruma olumlu ve yapıcı olarak cevap vermenin en iyi yolları nelerdir ve nasıl olmalıdır? 84 Yıllık Uranüs döngüsünün bütünü içinde bu dönem ne anlama gelir? Her şeyi belli bir bağlam içinde yorumlamamız gerektiğinden ve Satürn her zaman kişinin yapısal gerçekliğinin ana fikrinin tümüyle ilişkili olduğundan, Satürn’ün transit döngüsü ile kesişen Uranüs transit döngüsünü nasıl yorumlamalıyız? Uranüs kendisine karşıtlık yaptığında, kişide psikolojik ve fizyolojik etkilere sebep olan yapısal oluşumu anlayabilmek için incelememiz gereken ilk dinamik veya arketip, Uranüs ve Satürn arasındaki karşılıklı bağlantıdır. Uranüs 84 yıllık bir döngüye sahiptir, Satürn’ün döngüsü ise 28 yıl sürer. Üç tam Satürn döngüsü bir tam Uranüs döngüsüne eşittir. 360° olan zodyaktaki temel yatay ve dikey hatlardan dolayı, arketipsel olarak Satürn kendisiyle, her yedi yılda bir, yapısal gerçeklik gerginliklerine sebep olur yani; 7, 14, 21, 28, 35, 42, 49, 56, 63, 70, 77 ve 84 yaşlarında. Uranüs ise , özgür olma ihtiyacını, bilinenden kurtulma ihtiyacını 21, 42, 63 ve 84 yaşlarında tetikler. İlginçtir ki, Uranüs üzerinde yapılan ayrıntılı incelemeler sonunda gezegendeki mevsimlerin 21 yıllık döngülerden oluştuğu ortaya çıkmıştır.

Kişi 21 yaşındayken, Uranüs kendine ilk dördün kare açısını yapar, 42 yaşındayken karşıtlık oluşturur, son dördün karesini 63 yaşındayken gerçekleştirir ve döngüyü 84 yaşındayken tamamlar. Satürn ise 21 yaşındayken son dördün karesini yapar, 42 yaşında kendisine karşıtlık oluşturur, 63 yaşında ilk dördün kareye başlar ve 84 yaşında üçüncü döngüsünü tamamlamış olur. Böylece, Uranüs ile Satürn arasındaki kesişme, kişisel, sosyal veya grupsal bağlamı ne olursa olsun, tüm insanların yaşamlarında bulunan doğal geçiş (değişim) noktalarıyla ilintilidir. Sorunuzu cevaplamanın en iyi yolu, bu doğal geçiş kavşaklarındaki ARKETİPLERİ tanımlamak olacaktır.

21 YAŞ: İlk kare açı, eylemde kriz oluşumuyla ilgilidir. Rudhyar’a göre son kare açı, bilinçte; inançlarda bir kriz oluşumuyla bağlantılıdır. Buna göre , Satürn ile Uranüs kesişmesinin, her birimizin içinde bulunan kendi inançlarımızı belirleme ihtiyacı ile ilişkisi vardır ki, bunun sonucunda kendimizi içinde bulduğumuz dünyanın ve sosyal çevrenin taşıdığı genel koşullar dahilinde tüm yaşam biçimimizi, yönümüzü ve var olma biçimimizi belirleriz. Bu arketipsel ihtiyaç, yaşamın bu döneminde ilk defa doruğa çıkar. İnanç duygularımız, büyük ölçüde ebeveynlerimiz, bölgesel- milli çevre- ve koşullar ve bu döneme kadar yaşanan ömrün bilinçaltı anıları ile şartlandırılmıştır. Bir insanın inandığı şeyler değerlerini, yaşamı genel olarak nasıl gördüğünü ve yargıladığını, aynı görüşü paylaşan veya paylaşmayan diğer insanlarla nasıl ilişki kurduğunu belirler ve esasında kişinin amaçlarının, tutkularının doğası ve yaşamda var olma biçimi ile yakından ilgilidir. Bu evrimsel kavşakta kişi, yeni inançlar belirleyebilmek adına, inançlarını şekillendiren tüm şartlandırmaları ayrıştırma ya da onlara isyan etme ihtiyacı hisseder. Yeni inançları, sürmekte olan BİREYLEŞMENİN (Uranüs) evrimsel ilerlemesini ve yaşam için GEREKLİ olan amacını gerçekleştirmesini kolaylaştıracak inançları yansıtacaktır.



Satürn’ün ZAMAN ve MEKAN ile olan ilişkisini düşünürsek, bu kavşak hepimizdeki duygusal ve sosyal olgunlaşma sürecinin hızlanmasını da temsil eder. Soy ailemizden (Satürn/Ay) ayrılışımız (çekiliş, Uranüs) hızlanır. Kendi inançlarımızı belirlemek için ortaya çıkan gelişimsel kriz ve ihtiyaç sonucunda, yaşamın bu döneminde hangi yöne gittiğimiz ile ilgili kriz de yoğunlaşır. Böylece, 21 yaşındayken deneyimlediğimiz bu çekiliş ve huzursuzluk, geriye adım atmamıza ve daha önce nerede bulunduğumuz (çocukluğumuz) ve buradan nereye gitmek istediğimiz üzerine kafa yormamıza yol açar. Bu bizim KENDİ yaşam yönergelerimizi belirleyecek kararlar verebilmemiz ve gerçekten neye inanıp, nelere değer verdiğimizi belirleyebilmemiz için karşımıza çıkan ilk fırsattır. Şimdi üzerinde karar verdiğimiz inanç ve değerler gelecek uzun yıllar boyunca var olma şartlarımızı ve yapısal realitemizi şekillendirecektir.

Bunu anlamak çok önemlidir çünkü insanların çoğu ( % 70 gibi) bu dönemde bireyleşMEZler (Uranüs). Pek çoğu etkin olan akran guruba ve gurubun (Satürn ve Uranüs) ortak inançları ve değer yargılarına göre kendini bireysel olarak tanımlama peşinde olur. Bu yüzde yetmişlik gurup bireyleştiğini düşünür, çünkü en azından yeni fikirler, hayata değişik bakış açıları, yaşamın içinde farklı bir biçimde yer alma yolları deneyimleyerek, ebeveynlerinin hayat tarzları, inançları ve değerlerine çeşitli derecelerde isyan ediyorlardır. Ancak, aslında gerçekten inandıkları ve değer verdikleri şeylerin neler olduğunu bağımsız ve benzersiz şekilde tanımlayabilecek noktaya kadar kendilerini sorgulamazlar. Bu yüzden, yaşam yönlenmeleri, amaçları ve hayat tarzları hakkında verdikleri kararlar etkin akran gurubun ustalıkla uyarlanmış, mükemmel uzantıları olur.

Bu noktada genellikle, insanların yüzde otuzu, akran gurubun baskısından bağımsız bir şekilde, kendilerinin kim ve ne olduğu hakkındaki sezgilerini dikkate alarak inanç ve değer sistemlerini belirlemeye teşebbüs eder. Çoğunlukla, bu insanlar, tüm sosyolojik düşünceler dizisinin geniş bir alanını yansıtan çeşitli fikirleri, felsefeleri, yaşam deneyimlerini ve farklı insan tiplerini analiz eder. Aslında, bu gurup zaten yaşam ve yaşamın ne olduğu hakkında açık fikirlidir. Yaşamlarının bu dönemlerinde, sabitleşmiş değerler ve inançların üzerine, hazıra konmayı istemezler. Bu kavşağa gelen bu gurup, çoğunlukla ne OLMADIĞININ farkındadır.

42 Yaş: Bu kavşakta hem Uranüs hem Satürn kendilerine karşıt açıda transit yaparlar. Buradaki sembolizmin arketipsel maksadı geriye çekilip daha önceden gelen ve kişiyi bu noktaya getiren herşeyi analiz etmektir. Karşıt açı döneminin en önemli arketipi ANLAM, UYGUNLUK ve BÜTÜNLENME ihtiyacı ile ilintilidir. Meşhur orta yaş krizi, işte bu kavşakta kendini gösterir. Gerçekte neye inandığını ve neye değer verdiğini bağımsız bir şekilde sorgulamayan yaklaşık yüzde yetmişlik gurup için, orta yaş krizi iki temel dinamiğe dayanır:

1- Kişi aniden ve beklenmedik bir şekilde kendini yapısal realitesini oluşturan her şeyden, esaslı bir geri çekilme içinde bulur. Bu geri çekiliş, gittikçe artan bir huzursuzluk ve sinirlilik durumuna, kişinin var olan zorunluluk ve görevlerinden kurtulma arzusuna ve de bu zorunluluk ve görevlerin mahiyeti YÜZÜNDEN, yaşamında en çok yoğunlaşan ve bastırılan bölümleri değiştirme isteğine sebep olur. Onlarınki, aniden akran grubun uzantıları olan inanç ve değer yargıları içinde bir yaşamı sürdürdüklerinin farkındalığına varmaları sonucunda karşılaştıkları anlam, uyum kaybı ve bıkkınlıktır. Durum bu olduğunda, inanç ve değerleri köklü bir şekilde, yeniden tanımlama ihtiyacı doğar. Bundan sonra kişinin kimlik kavramını değiştirme gereksinimi ortaya çıkar. Kimlik kavramını değiştirmek yaşam yönergelerini, amaçları ve genel yaşam tarzını değiştirme ihtiyacına neden olur. Bu arketipsel ihtiyaç kişiye bu yaşamda, kendini yoğun bir şekilde sorgulama ve kendi üzerine kafa yorma fırsatı sunar. Bunun sonucunda, Uranyen bireyleşme güdüsü kendini gösterir. Bu güdü bizim şartlı realitemizden (kimlik) kurtulmamıza çalışır.

2- Yaşlanma psikolojisi ve fizyolojisine hız kazandırır. Satürn hipofiz bezinin yöneticilerinden biridir. Bu bez, sistemin kademeli bozulması veya yaşlanması da dahil tüm organizmanın fonksiyonlarını düzenler. Bu kavşakta, artık orta yaşta olduğumuzun, gençlik dönemimizin uzaklaştığının, yaşayacak zamanımızın gittikçe azaldığının ve ölümsüzlüğümüzün tam bir avuntudan başka bir şey olmadığının acı bir şekilde farkına varırız. Kadınlarda yaşlanma süreciyle menopoz başlangıcı ilk ‘sinyallerini’ verir, erkeklerde ise cinsel enerji ve isteklerde azalma olur. Bu gelişmeler hiç şüphesiz pek çok kişide orta yaş krizine sebep olur.

Yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı pek çok insanda orta yaş krizi ortaya çıksa da, çoğunluğu bunu bastırır ve yaşamlarını kendi paylarına düşene veya kaderlerine, adeta seslerini çıkarmadan teslim olarak boyun eğerler (Satürn). Çoğumuzun sahip olduğu zorunluluklar, bağlar ve görevler göz önüne alınırsa, hayatlarımızın bu döneminde, yaşamlarımızı köklü bir şekilde değiştirmek çok ciddi (Satürn) bir karşı durmayı (Uranüs ve Satürn) gerektirir . Yine de bu kriz, yaşamları akran grupların koşullarına göre tanımlanmış olan bu yüzde yetmişlik gurupta, hayatlarının bu devresinde, nasıl ve neden bu noktaya vardıkları konusunda, her ne kadar huzursuzluk verse de, en azından bir farkındalık oluşturur. Bu bireylerin küçük bir yüzdesi, kendi gerçek kimliklerini yansıtmayan her türlü tanımlama ya da şartlanmalardan özgürleşme ve kurtulma cesaretini gösterecektir. Bu durum, öncelikle kişinin NE OLMADIĞI konusunda farkındalığının gittikçe artması yoluyla olur. Bu farkındalık , yeni düşünceleri ve deneyimleri tecrübe etme arzusunu ve statükonun (Satürn) dışında bulunan realiteyi temsil eden insanları yaşamlarına getirecektir. Deneyimlerin belli bir noktaya erişmesi, uygun düşüncelerin/felsefelerin, değerlerin ve bireyin gerçekte olduğu veya oluşturmaya devam ettiği kişiliği yani; şartsız benliği temsil eden ve yansıtan bir yaşam tarzının yavaş yavaş oluşmasına yol açacaktır.

Bu kavşak, daha önceden statükonun haricinde kendini tanımlamaya çalışan yüzde otuz kadarlık gurup için de, mevcut yaşamın gerekliliklerinden uzaklaşma ihtiyacını oluşturur. Huzursuzluk ve yaşamın şartlarından uzaklaşmaya duyulan dayanılmaz istek bu gurubun çoğunluğunda görülen bir durumdur ve bu psikolojik semptomlar, ölümlü olmanın farkındalığının bir yansımasıdır. Ölümlü olmanın farkındalığı, zamanın kısıtlama/daralma özelliğinin (Satürn) yansımasıdır. Bu farkındalık, kişinin mevcut yaşamının şartlanmalarından uzaklaşma isteğini, bu şartlanmalara kafa yormasını sağlamak amacıyla tetikler. Uzaklaşma ihtiyacı huzursuzluk yaratır. Kişinin yaşamı üzerinde düşünme ihtiyacı, geleceğini (Uranüs) sınırlayan (Satürn) her türlü durumu düzeltme, başkalaştırma veya kökten değiştirme ihtiyacı ile bağlantılıdır. Zamanın ve ölümlü olmanın artmakta olan sınırlayıcılığı ile tetiklenen orta yaş krizi, yaşamın gerekli alanlarında gidişatı değiştirme ihtiyacını ortaya çıkarır.

63 Yaş: Bu kavşakta, Uranüs transiti kendisine son dördün kare açıyı oluşturuyorken, Satürn de 56 yaşlarında oluşturduğu ikinci Satürn döngüsünü tamamladıktan sonra, kendisine ilk dördün açıyı oluşturacaktır. Burada yine eylemde krizle (ilk dördün kare açı) bağlantılı olan bir bilinç krizinin (son dördün kare açı) arketipsel temasını görüyoruz. Bu kavşak, tüm gurupların, bu yaşamdaki görevler ve zorunluluklardan ; yani dünyevi yükümlülüklerden tümüyle UZAKLAŞMAK için duydukları aşkın arketipsel ihtiyacı temsil eder. Uranüs’ün bilinenden özgürleşme veya kurtulma deneyimi bu kavşakta şu yolla yaşanacaktır; Bu ihtiyaç aslında, insan organizmasında RNA ve DNA üzerinde programlanmıştır; yani genetik kodlamadan bahsediyoruz. Bu yüzden, organizma sadece yaşlanmayı hızlandıran değil aynı zamanda bilincin içinde bu yaşamla bağlantılı zaman ve mekandan yavaş yavaş çekiliş aşamasını oluşturan hormonları ve enzimleri üretir. Böylece bu psiko/fizyolojik arketip son ve ilk dördün karelerle bağlantılı krizi tetikler. Bu kriz yüzde yetmişlik grubun çoğunda yaşanır, çünkü zamanlarının genel dürtüleri yani kendi nesillerindeki akran gurup tarafından yakalanmış ve şekillendirilmişlerdir. Kişinin hızla geçen zamanın içinde, günlük yaşamında kendini tanımlama şekli ki, bu tanımlama akran gurubun inanç ve değerlerini yansıtmaktadır, bu kavşakta artık değişmeye başlar.

Bu kriz, kişinin şimdiye kadarki yaşamını oluşturan şeylerden, genetik olarak programlanmış olan geri çekilişine duyulan psikolojik direnişi de içerir. Bu direniş, kişinin yaşlanıyor (Satürn) olduğuna dair içten ve dıştan gelen bilgiye karşı duyduğu psikolojik isyana dayanır. Dış dünyasında, kişinin dünyevi pozisyonu ve otoritesi (Satürn) kendisinden genç insanlar tarafından sarsılır veya ele geçirilir. Kariyer açısından bakarsak, pek çok durumda, çağdaş batı kültürlerinde bunu zorunlu emeklilik şeklinde ortaya çıktığını görürüz ve artık çocukları bu dönemde kendilerine yeten yetişkinler olduğundan ebeveynlik rolü de ortadan kalkacaktır. Normalde kişi bu dönemde, ya torun sahibi olur veya çoktan olmuştur. Bu türden otorite kayıpları, şimdiye kadar yaşam dedikleri şeyden geri çekilişlerini güçlendirir. Bu eylem krizi, artık bu güne kadar sahip oldukları kariyer, aile, görev, zorunluluklar ve şimdiye dek kendilerine eşlik eden kişisel kimlik duygusuyla bağdaşmayan, çok farklı (Uranüs) yaşam yönergeleri ve hedefleri planlama ihtiyacını ortaya çıkarır. Bu plan ve yönergeler kişinin hızla azalan yaşam süresi hakkında yoğunlaşan farkındalığını da içerir.

Bu kriz, inançlarda ya da bilinçteki krizle de karşılıklı bağlantılıdır. Bu bağlantı oluşur çünkü, arketipsel geri çekilme ihtiyacı ile ilintili kayıplar, aynı zamanda kişinin iç ve dış dünyasını farklı bir biçimde ( Satürn’le bağlantılı Uranüs) deneyimlemesine sebep olur. Geri çekilme yaşamın şimdiye kadar olduğu şeklinden uzaklaşmasını sağlar veya kişiyi buna zorlar. Bu da, kişinin yaşamını teşkil eden, özellikle de değer ve inançlarını oluşturan tüm dinamikler üzerine düşünmeye yönlendirir veya zorlar. Kişinin dünyadan kendini çekmesi ya da yaşanan kayıpların sonucu olarak, ‘Yaşamım neyi amaçlıyordu, anlamı neydi, şimdi, bundan sonra ne yapmalıyım?’ gibi arketipsel olarak tetiklenen soruları sormasına neden olur. Bu sorular, kişinin varlığını şimdiye kadar oluşanlardan soyutlaması ve kozmolojik bakış açısına göre kendi yaşamını anlayabilmesi ve buna dahil olabilmek için başvuru kaynakları konusundaki bilinç sistemini felsefi olarak genişletebilmesi amacıyla evrensel ( Uranüs’ün 84 yaşında kendiyle kavuşum yapmaya doğru hızla ilerlediği son dördün karesi) bir farkındalığı oluşturabilmesini amaçlayan arketipsel bir niyet taşırlar. Kişinin bilincindeki bu odak kayması, modern zamanlarda yaşayan herkeste görülecektir. Bilinçteki bu odak kayması, yavaş yavaş kişinin zamanı farklı bir biçimde (bu kavşakta Satürn Uranüs’le bağlantıdadır) deneyimlemesi sonucunu yaratacaktır. Kişi git gide, bu yaşamın aciliyetlerinden geri çekilip uzaklaştıkça, daha felsefik ve ilham verici olacak; ivedilik gerektiren durumlara karşı, daha az endişeli ve tepkili davranacaktır.

Bu doğuştan gelen ve doğal arketip, yaşlı insanların modern ve karmaşık batı dünyasının toplumları dışındaki kültürel toplumlarda neden hürmet duyulan insanlar olduğunu gösterir. Bu arketipe sahip olan kültürler, böylece, yaşlı insanların kendilerini önemli, yararlı ve hala önemli bir ailevi ve sosyal fonksiyon olarak hissetmelerini sağlar. Bu sayede, kabul edilmiş yaşlılar olarak bu insanlar, sadece yaşamışlıktan gelen doğal bilgeliklerini paylaşma imkanı bulurlar. Bu kavşakta gerçekleşen bilincin evrenselleşmesi, bu bireylerin genç insanlara evrensel rehberlik ve bilgeliklerini aktarmasını sağlar. Bu rol ve fonksiyon her kültür ve her devir için önemlidir. Kültürün kendisi tarafından desteklendikçe, kişinin yaşlandıkça kriz duygusu azalır, buna paralel olarak yaşlanmaya karşı duyulan isyan duygusu da şiddetini kaybeder.

Bu kavşakla ilgili kriz çoğunlukla, günümüzdeki karmaşık kozmopolit Batı kültürleri ve toplumlarıyla ilişkili modern bir fenomendir. Son zamanlarda bu kültürlerde, yaşlıların rolü gittikçe azalmaktadır. Bu yüzden bu kültürlerin, çocuklarına öğretecekleri, yaşlıların rolünü içeren hiç bir gelenekleri (Satürn) kalmamıştır. Bu gelenek, modern Batı kültürlerinin dışındaki pek çok kültürde, büyük ebeveynler ve yaşlı akrabalar ya da kabile üyelerinin gerçek rol modelleriyle; sayılan ve danışılan büyükler olarak sahip oldukları mevkilerin mahiyetiyle, sonraki kuşaklara aktarılarak bu güne kadar yaşadı ve halen devam ediyor.

Bugün Batı kültürlerinde bu yapılmadığından, isyan, karmaşa ve kriz meydana gelir, çünkü birey kültürel olarak buna hazırlıklı değildir. Bu yüzden, pek çok kişinin, bu kavşağa gelene kadar ne yapıyorlarsa , onu devam ettirmeye, mesela kariyerlerini sürdürmeye çalıştığını görebiliriz. Bu modern Batı sorununun şu anda görülen üzücü örneklerinden biri, Ronald Reagan’ın durumu ve son zamanlara kadar Kremlin’de bulunan yaşlı adamlardır. Modern batı kültürleri bu kavşağın doğal arketipine uyum sağlayamadığı için, ileri yaştaki insanları yaşlı evleri ya da bakım evlerinde depolama hayali ile de karşılaşıyoruz. Arketipin ihlali, gitgide daha fazla yaşlı insanın deneyimlediği günümüzdeki problemleri ortaya çıkarmıştır: mesela, Alzheimer hastalığı, güçsüzlük, keskin ve yaralayıcı alaycılık, felç, kalp krizi, umutsuzluk, depresyon, duygusal uzaklaşma ya da özel biri olarak kabul edilme ihtiyacını yansıtan çocuksu veya diktatör benzeri davranışlar.

Bu fenomen gittikçe daha da büyüyecek, ta ki insanlar, yaşlıların olması gereken konuma gelmelerine izin verecek olan doğal arketipi yeniden uygulayacak şekilde, tekrarlayan mesajları veya sinyalleri dikkate alana kadar. Bu kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşecektir ama kimlikleri, inançları ve değerleri, akran grupların bireysel bir uzantısı olan yüzde yetmişlik grubun bu ihtiyaç karşısındaki büyük uyanışı sayesinde değil. Finansal zorunluluk yüzünden gerçekleşecektir. 84 kadar yılda bir kendileriyle kavuşum yapan Saturn ve Uranüs döngüsünden bahsettiğimizde açıklayacağımız gibi, materyalistliğin gittikçe arttığı zamanlarda yaşıyoruz. Bu yüzden, maddi ve finansal nedenlerle bu ‘depolama’ etkisi sona erecek. Buna sebep olacak spesifik koşullardan biri de, modern Batı kültürlerindeki nüfusun büyük bir çoğunluğunun otuz-kırk yıl içinde ‘yaşlı vatandaşlar’ olacağı gerçeğidir.

Daha önce kendilerini kurulu düzenin dışında tanımlamayı tercih eden ya da 42 yaş döneminde kendi statükosunu gerektiği gibi yeniden oluşturan yüzde otuzluk gurup içinse, bu kavşak, arketipin hedeflediği şekilde yanıt bulacaktır.

84 Yaş: Bu noktada, hem Uranüs, hem de Satürn doğum (natal) pozisyonlarına dönmüş olurlar. Satürn tam üç döngüyü tamamlamıştır. Üç sayısı yaradılışı, yaradılmış olanı devam ettirmeyi ve yaradılmış olanın ölümünü; yani kutsal üçlemeyi (trinity) temsil eder. Böylelikle Satürn döngüsü, tam bir Uranüs döngüsü ile birleşerek, bir yaşam döngüsünün sembolik tamamlanışını simgeler. Bu yaşamın gerekliliklerinden geri çekilme süreci Satürn’ün natal pozisyonuna ikinci dönüşüyle ilintili bir şekilde, fiili olarak 56 yaşında başlar ve 63 yaşında Uranüs etkisiyle hızlanır. Çünkü, bu dönemde 63 yaşını geçmiş herkesin bilincinde zincirleme bir MUTASYON (dönüşüm) vuku bulmaktadır. Dönüşüm, Uranüs’ün son dördün kareden kendisiyle yaptığı balzamik kavuşuma doğru meydana gelen hareketi ile sembolize edilir. Balzamik fazın arketipi mutasyon ve tüm bir döngünün tamamlanmasıdır.

Bilincin mutasyonu, bir varoluş biçiminin başka bir varoluş biçimine, bir bilinç durumunun bir başkasına dönüşmesi anlamına gelir. Bu da, her bir yaşamın görevlerinin, zorunluluklarının, dünyevi sorumluluklarının vb. gerektirdiklerinden, programlı olarak geri çekilişi yoluyla kolaylaştırılır. Bu geri çekiliş, git gide artan, farklı bir zaman ve mekan duygusu geliştirir. Bilincin mutasyonu bilinçte, bu yaşamla özdeşleşmek ve ona kendini adamaktan farklı bir yöne doğru, gittikçe artan bir odak kaymasını meydana getirir. Odak kayması bilinçte, bir SONSUZLUK farkındalığına yol açar. Bu nedenle, kişi zamanın bu noktasında, neredeyse tamamen içine dönük olarak yaşar.

Daha önce altmış üç yıl kavşağında bahsettiğimiz çeşitli psikolojik rahatsızlıklardan etkilenmemiş olanlar için bu zaman, hem bu yaşamda olan ve hem de bu yaşamdan tamamen ayrıştırılmış olanı birebir yansıtan saf bir bilinci deneyimleyeceği bir zaman olabilir; yani bilinçliliğinin farkında olan bir bilince sahip olabilir. Uranüs’ün HER ZAMAN, TÜM İNSANLARDA gerçekleştirmeye çalıştığı durum budur. Bu kavşakta, bazı insanlar geçmişleri ne olursa olsun bunu deneyimlerler. Bu kavşağın arketipsel amacı kişiyi yaşamın bütününden ÖZGÜRLEŞTİRMEK ve KOŞULSUZ hale getirmektir. Bir diğer deyişle mutasyona uğratmaktır. Bu mutasyon, bir sonraki yaşamda zuhur edecek yeni koşullanma eğilimlerinin oluşturulmasına olanak sağlayacaktır.

Bazı bireyler bu dönemde , belki de uzun yıllar daha oldukça faal ve üretken olacaktır. Bu faaliyet, her ne olursa olsun, yukarıda bahsettiğimiz dinamik ve arketiplerle ilintili olarak farklı olarak deneyimlenecektir. Bu bireylerin bazıları, diğer insanlara ilham veren ve benzemeye çalışılan bir İKON olarak hizmette bulunacaktır. Uranüs ve Satürn’ün balzamik kavuşumdan uzaklaşmaya başladığı zaman, 84 yılı aşkın bir süredir yaşayanlar için, gelecek yaşamın tohumları bu yaşamda şimdiden ekilmeye başlayacaktır.

devam edecek...

Çeviren: Serap Şengöz

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
11-20-2007 05:33 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #8
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK 8
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -8

Jeffrey Wolf Green

Önemli bir diğer döngü, her 46 yılla 48 yıl civarında gerçekleşen Satürn/Uranüs kavuşumu ile ilgilidir. Bundan 22 ila 25 yıl sonra, karşıt açı oluştuğunda en büyük ihtişamına ulaşacak, 8-10 yıl sonra toplumun temel görüşünde yer alacak ve sonra yavaş yavaş etkisini kaybetmeye ve eninde sonunda başka bir kavuşuma yani sosyal tavıra ve odaklanmaya yerini bırakacak bu kavuşumun meydana geldiği burcu dikkate almak çok önemlidir.

Özgün sosyal tavır ve odaklanmalar genel koşullara bağlıdır. Bu yüzden, bölgeler, kültürler, topluluklar ve ülkelerde var olan sosyolojik koşullar, kavuşum döneminde oluşacak, kendine özgü sosyal tavır ve odaklanmanın yönünü belirleyecektir. Yakın tarihe kısaca bir göz atarsak bu ilkeyi daha iyi anlayabiliriz.

Satürn ve Uranüs’ün son kavuşumu 1942 de Boğa’da gerçekleşti. Bunun karşıtlığı 1960 ların son beş yılında, sosyal realite içine yerleşmesi 1970 lerde ve değişime doğru giderken etkinin zayıflaması 1980 lerde oldu. Bir sonraki kavuşum 1988 Şubat’ında, Yay’ın 28 derecesinde yani galaksimizin merkezinde meydana gelecek.

Boğa arketipinin özü, kişisel değerler, kişinin kendisiyle ilişkisi, varlıkların içinde bulunan ve türlerinin devamını sağlayan üreme güdüsü, her insanda bulunan hayatta kalma içgüdüsü, kendine güven veya yeterlilik ve sağlam olmayanları sağlamlaştırma ihtiyacı gibi unsurları taşır. Bu Boğa arketipleri, 1942 de meydana gelen Uranüs/Satürn kavuşumunda, genel olarak tüm gezegende sosyal ihtiyaçlar olarak ön plana çıktı.

Yerleşmiş görüşlerden, statükoya dönüşmüş gerçeklikten, periyodik ve devamlı sosyolojik dönüşüm ve özgürleşme her kültürün ve toplumun gençleri tarafından gerçekleştirilir.

Satürn ve Uranüs’ün kavuşumunda, kültür ve toplum için değişim tohumları taşıyan milyonlarca can dünyaya geldi. Onlar yeni bir bireylik anlayışı ve yeni bir sosyal vizyona doğdular. Bu insan gurubu, bir nesil olarak, statüko oluşturan şeylere karşı yavaş yavaş, farklı şekillerde isyan etmeye başladılar. Bu gurup, değişimin en keskin tarafını taşıdığından, Satürn/Uranüs kavuşumu, bu gurup içinde mevcut statükoyu devam ettirmeye çalışan egemen liderler tarafından tehdit unsuru olarak algılanan, asi ve yerleşmiş geleneklere karşı çıkan, aykırı liderler yaratacaktır.

Son kavuşum Boğa’nın 28. derecesinde oldu daha sonra İkizler'in ilk derecelerinde tekrar kavuşum oluşturdular. Batı dünyasında yeni sosyal vizyonun yansıdığı ilk araç hep müzikti ve hala da öyledir. İlk kavuşum Boğa’da yer aldığından, müzik bu zamanın ilk gerekliliği olan isyana yöneldi. Boğa’daki ilk kavuşumdan sonra, İkizler’deki kavuşumun defalarca tekrarlanması , müzikteki devrimin genişlemesine ve yayılmasına sebep oldu; yeni birey ve sosyal vizyon yeni bir müzik yoluyla yepyeni bir şekilde iletişim kuruyordu. Bu yeni bireyliği ve sosyal vizyonu sunan, aykırı liderler, haritalarında Boğa burcundaki veya İkizler’in ilk derecelerindeki Satürn ve Uranüs kavuşumunu taşıyan kişilerdi; Bob Dylan, Joni Mitchell, Paul McCartney, John Lennon, George Harrison, Ringo Starr, Joan Baez, Jimi Hendrix, Art Garfunkel, Paul Simon, Janis Joplin ve Mick Jagger gibi.

Elbette müzik aracı, kişisel ve sosyal değerleri, cinsel değerleri, kaynakların kullanımını, kişisel ve gezegensel (sosyal) hayatta kalma konularını, üremeye yönelik mevzuları, ekonomik meseleleri ( yaşamı desteklemek için gerekli olan mal mülk), kalıcılık/değişkenlik dinamiklerine dayalı duygusal güven sorunlarını ( kavuşum sırasında ikinci Dünya savaşı sürüyordu) yansıtıyordu.

O zamanın sosyal koşullarını İkinci Dünya Savaşı oluşturduğundan, Satürn ve Uranüs kavuşumu bu dönemde doğan ruhlara gerekli düzenlemelerin tohumlarını ekti. Bu tohumlar devrin güncel durumunun bir sonucu olarak hemen büyümeye başladı; atom bombası doğmuştu. Atom bombası, türlerin devam güdüsünden kaynaklanan bir gelişmedir: Oppenheimer, yani bombayı ilk tasarlayan kişi, eğer bu alet imal edilebilse ve iyi niyetli insanların ellerinde olsa asla bir daha savaş olmayacağını düşünüyordu. Bu ‘icat’ insanın hayatta kalma meselelerini kökten değiştirdi. Atomun da sahip olduğu orjinal ve devamlı bölünme örneğini takip eden ikincil etki teknolojileri, hayatta kalma meseleleri ile ilgili gittikçe genişleyen bir etkiye sahip olacaklar. Nükleer atıklarla ilgili ne yapılacağı sorunu bile daha çözülemedi. Milli kaynakların ne kadarının savaş gereçlerinin geliştirilmesine tahsis edileceği konusu hala pek çok ülkede, tüm genel kaynakların bölüşümünde dengesizlik yaratıyor; görünen o ki, ABD ve Sovyetler Birliği bu konuda önde gelen oyuncular.

Hayatta kalma meseleleri savaş sırasında da kendini gösterdi, savaştan sonra da. Japonya ve Avrupa harap edildi. Yahudi ırkı ve Avrupa çingeneleri, yok etme politikalarına ve Hitler’in çılgınlıklarına maruz kaldılar. Sovyetler Birliği tamamen tüketildi. Güney Pasifik tekrar inşa edilmek zorunda kaldı. Hayatta kalma ihtiyacı, ABD ekonomisi ve politikasını Japonya, Avrupa ve Güney Pasifik’i öncelikle de Filipinler’i yeniden inşa etmeye yöneltti. Sovyetler Birliği maddi ve beşeri kaynaklara erişmek, kendini yeniden inşa etmek ve dünya üzerinde güçlü bir millet olarak yaşamına devam etmek için Doğu Avrupa üzerinde hak iddia etti. Savaştan kaynaklanan büyük miktarda ölümler, hızla yeni ruhların doğumlarına sebebiyet verdi; yani 1940 ların sonu ve 1950 lerin başından ortalarına kadar görülen ‘’bebek patlaması’’ na; türlerin hayatta kalması ile bağlantılı üremeye.

Dünya çapında doğum oranının artması ve yaşam alanlarının yetersiz kalması, kendine özgü hayatta kalma sorunlarını yarattı ve ormanlarda özellikle de ekvator kuşağındaki yağmur ormanlarında geniş çaplı ağaç kesimlerine neden oldu. Bunun sonucunda hız kazanan bu hareket, toprağın yavaş yavaş çölleşmesine ve yaşanmaz hale gelmesine sebep oldu. Zaten ekonomik olarak dar boğazda olan bölgelerde gittikçe artan nüfusu beslemeye yetecek kadar yiyecek yetiştirilemez hale geldi. Bu ve en güçlü durumda olan ülkelerin genel kaynakları dengesiz bölüştürmeleri biraraya gelerek açlık ve ölümlere yol açtı. Aslında bu, eşitsizlikten kaynaklanan bir çeşit nüfus kontrolü; doğum kontrol araçları da bir diğeri, Çin’deki üremeye yönelik resmi düzenlemeler de öyle, bir diğeri kürtaj ve modern, gelişmiş toplumlarda gittikçe kısırlaşan insanların artması gibi her şey hep hayatı idame ettirmenin üreme ve yiyecek üretme yönünden yansımaları. Ne ilginçtir ki, karmaşık ve gelişmiş toplumlardaki insanlarda gittikçe artan kısırlığın nedeni olarak statü (Satürn) ve para (Boğa) ile ilgili konularda "başarılı olma" gerekliliğini vurgulayan genel geçer değerlerin yol açtığı stres birikimini görüyoruz.

Hayatta kalma konuları zamanımızda pek çok şey tarafından yansıtılıyor ve sembolize ediliyor. Yediğimiz yiyeceklerden (beslenme) kullanılan fosil yakıtlarına ( Boğa) kadar her şey, karbon gazlarının oluşmasına bağlı olarak atmosferde gitgide artan bir ısınma yaratıyor. Bu durum eninde sonunda hem dünya yüzeyini ve iklim şartlarını, hem de yüzeyde yaşayan canlı organizmaları kökünden değiştirecek. En yakın komşumuz Venüs’ün (Boğa’nın yönetici gezegeni) atmosferdeki karbon gazlarının olabilecek en kötü durumunu bize yansıtması ilginç değil mi? Bu sembolizmde bir mesaj veya işaret olabilir mi?

Satürn/Uranüs kavuşumuyla doğan nesil "yeni çağ"ın ( new age) tohumlarını taşır. Yeni çağ yukarıdaki konular ve daha başka nedenlerin oluşturduğu açık bir sonuç ve gerekliliktir. Tohumlar kişisel ve sosyal konular, sosyal yapılar, cinsel değerler ve cinsel yaşam, kişinin kendisiyle ve diğer insanlarla ilişki kurma tarzı, gezegensel ve bireysel hayatta kalma sorunları açısından tamamıyla farklı fikirlere sahip ruhlarda filizlenir. İlk kavuşumun karşıt açısı 1960 ların ortasıyla sonlarına doğru gerçekleşti. Uranüs Terazi’ye yönelirken Başak’tan geçti, Satürn ise KOVA’dan geçerek Balık’a olan yolculuğunu gerçekleştiriyordu. Neptün Akrep’te, Pluto Başak’taydı. Tohum nesli ve onları takip edenler, onlu yaşlarının sonlarında olan gençler veya 21 yaşına gelmiş yetişkinlerdi. Modern toplumları her yerde, yeni vizyonları, değerleri, fikirleri, felsefeleri, yaşam biçimleri, müzikleri, görünüşleri ve "sistem"i değiştirmek üzere yüzleşme istekleri ile kökten değiştiren bu "çiçek gücü" ve "özgür aşk" nesliydi. Ve tabii ki sistem önce şiddetli bir şekilde reaksiyon verdi, ancak yeni fikirlere teslim olup kendi içinde özümlemek üzere. İşte o zaman pek çoğumuz Kova Çağının başladığını duyduk.

1970 lerde yeni fikirler, değerler vs. genel görüş içinde özümlendikten sonra güç, hız ve şiddetlerini kaybettiler. Değişimlerin elçisi olan nesil yaşlanmaya başladı. ABD'de Nixon’un düşüşü ve Vietnam’dan geri çekilişten sonra, bu enerjiyi sürdürmek ve neler olduğunun üzerine odaklanmak için hemen oluşan bir dürtü yoktu. Yeni vizyonları, inançları ve değerleri getiren nesil çocuk sahibi olmaya başlayınca, kişisel hayatta kalma meseleleri de egemen olmaya başladı. Bu da insanları artık öğrencilik veya başıboş serserilik yerine iş aramaya yönlendirdi. İşler dikkati, ev ve aile, vs. vs. sahibi olan kişinin yaşamının getirdiği faturalar yüzünden parasal konulara yönlendirdi. Bu "toplum karşıtı" hareket en zirvesindeyken bile asla toplumun yüzde otuzundan daha fazlasından oluşmadı. Yine de, bu özel insan gurubu öyle güçlü ve baskındılar ki, geleneksel yapı üzerinde yayılma etkisi gösterdi; rengarenk 7-Up afişlerini hatılıyor musunuz? Vs. vs.

Toplum karşıtı hareketin zayıflayan akışı ABD'de Reagan Dönemi fenomenine ve zaten muhafazakar olan ve yavaş yavaş liberalleşen ülkeler hariç her yerde muhafazakarlığın artmasına yol açtı. Tüm bunlar ilk Satürn/Uranüs kavuşumu Kasım 1980 de balzamik fazına ulaştığından beri oldu. Aynı zamanda Uranüs Akrep’in son derecelerini geçiyordu, Satürn Terazi’nin ilk derecelerinde, Neptün Yay’ın son derecelerindeydi, Pluto Neptün’ün yörüngesi içinde hareket ediyordu ve Terazi’deydi. Sosyal bilinç ekonomik (Akrep) ve felsefi ( Yay) nedenlerden dolayı daha öncekinin tam tersi (Terazi) uca yönelmişti. Genel koşullarla bağlantılı olarak, bu uçların yer değiştirmesi genel kollektif görüşün ‘geleneksel’ değerlerini, inançlarını, alışkanlıklarını, normlarını ve tabularını yeniden belirleme ihtiyacını doğurdu. 1960'ların ortalarında ve 1970'lerin büyük bir kısmında yer alan bu genel kollektif reaksiyonun temelinde belirsizliğin getirdiği huzursuzluk duygusuna dayalı kollektif istikrarsızlığı yaratan faktörler yatıyordu. Kollektif istikrarsızlık, ekonomik nedenlere, Uranüs Terazi’deyken ilişki dinamiklerinde meydana gelen ve boşanma oranının artmasına sebep olan "özgür aşk" gibi devrimlere; kadınların yaşamın tüm alanlarında eşit muamele görme taleplerine, cinsel yaşam tarzlarında cinsel hastalıklara yol açan radikal değişikliklere ve Neptün’ün geçişinden sonra Uranüs Akrep’e doğru yol alırken ivme kazanan sex endüstrisindeki büyümeye dayanıyordu. Neptün’ün Yay burcundan geçişi insan özgürlüğü ve insan hakları açısından muazzam bir büyümeyi temsil ediyordu ki bu özgürlük ve haklar başkalarınınkine tecavüz etmemek şartıyla, insanın doğuştan kazanılmış haklarıydı. Aynı zamanda, bu durum esaslı bir felsefi ve dini idealizm ve aşırılığa , Roma Katolik kilisesindeki liberalleşmeye, ekonomik karşılaşmaların (Uranüs Akrep’te) zorunlu kıldığı uluslararası ilişkiler konusunda kollektif farkındalığın artmasına, ekonomik güç temellerinin yer değiştirmesiyle ticaretin de başka yönlere kaymasına ve para transferinin başka yerel veya uluslararası guruplara; örneğin Orta Doğu’nun petrol kartellerine, vb., kaymasına , Japonya’nın ekonomik gücünün artmasına, A.B.D. ekonomisinin istikrarının aslında "yabancı" yatırımlara bağımlı olmasına; ki bu durumun yarattığı sarsıcı etki kollektif bir "güçsüzlük" duygusuna yol açmıştır, pek çok ülkede şirketlerin birleşmesine, zenginliğin gittikçe daha az kişinin eline dağıtılmasına, pek çok ülkede enflasyon oranının artmasına, vs. neden olmuştur. Bunlar ve buna benzer dinamikler yüzünden kollektif güvensizlik ve istikrarsızlık kendini gösterdi.

Böylece, Uranüs/Satürn transiti, Boğa burcunda 1942'de yaptığı ilk kavuşumuyla ilintili olarak, Kasım 1980'de balzamik (son hilal) durumuna ulaştığında, modern Batı değerlerine ve inançlarına sahip olan pek çok ülkede, kolektif yapı, istikrar duygusuna ihtiyaç duyuyordu. Bu yüzden, muhafazakarlığa, geleneksel değerlere, 'milliyetçiliği' yansıtan sloganlara, vatanseverliğe, "yeni" ekonomik felsefelere; mesela yan ekonomi oluşturma gibi ve yeni inançlara yönlendiren bir reaksiyona neden oldu. Bu suretle, A.B.D. Reagan’ı, Kanada Mulroney’i, İngiltere Thatcher’ı, Batı Almanya Kohl’ü seçti, İran geleneksel İslam dünyasının büyük bir bölümünde yayılan Batı değer ve inançlarına bir tepki olarak, bağnaz bir bakış açısıyla, İslam’ın dini muhafazakarlığını yansıtan Humeyni’yi ortaya çıkardı, politik sağ Avustralya’da güç kazandı, Roma Katolik Kilisesi muhafazakar doktrinlere dönüş yaptı, vb. Bu arada, bu zamana kadar muhafazakar ve otoriter düzen yanlısı ülkelerde, altında liberalleşme yatan bir değişim (mutasyon, balzamik arketip) görülmeye başladı ki bu liberalleşme daha fazla özgürlük ihtiyacını yansıtıyordu. Bu durum Neptün Yay’dayken meydana geldi ve Uranüs Satürn’le kavuşumunun balzamik fazıyla ilintili olarak bu burçtan geçiş yaparken ivme kazandı. Şimdi bunu Çin’de Güney Kore’de, Güney Amerika’nın büyük bir bölümünde, tüm Sovyet topluluklarında vs. görüyoruz.

Bu dinamikleri uzun uzun örneklemeye devam edebiliriz. Ancak, bu dönemde, Satürn ve Uranüs Kasım 1988’de Yay burcunun 26 derecesiyle 28 dereceleri arasında başka bir kavuşum oluşturmaya hazırlanıyor. Satürn ve Uranüs’ün balzamik fazı bu kavuşuma gittikçe yaklaşırken, daha önce bahsettiğimiz tüm mevzular ve daha pek çoğu doruğa ulaşacak ve bireysel ve kolektif kararlar gerektirecekler. Buradaki temel konular, nükleer enerji ve atık meseleleri, servetin dağılımı konuları, yiyecek ve kaynak dağılımları meseleleri, atmosfer, okyanuslar ve topraklarla ilgili gezegensel hayatta kalma mevzuları, üreme mevzuları, teknolojilerin doğru kullanımı,politik, felsefi ve dini farklılıklarla ilgili gezegensel işbirliği mevzuları- buradaki ihtiyaç, aynılıkta birlik oluşturmak değil, Yay’ın çeşitliliğin içinde birlik oluşturma vizyonuna olan ihtiyaçtır- ve tüm toplumlar ve milletler içinde yer alan çeşitli gurupların, farklı fikirlere, inanç ve değerlere sahip diğer herhangi bir bireyin veya gurubun DOĞUŞTAN GELEN HAKLARININ, bunları başka bir guruba zorla empoze etmeye çalışmadıkça, geçerliliğine imkan sağlamaktır.

Yay’daki Satürn/Uranüs kavuşumu gelecek 46-48 yıl boyunca oluşacak sosyal tavrı ve odaklanmayı belirleyecektir. Bu kavuşumdan hemen sonra, 1996’da iki gezegen Oğlak burcuna doğru hareket edecek. Uranüs Kova’da transit yaparken, Pluto Yay’a hareket edecek. Neptün ise 1998’de Kova burcuna girecek. Kavuşum, aynılıkta birleşime karşı çeşitlilikte birleşime izin verecek ılımlı vizyonlara sahip politik liderleri seçme ihtiyacını ilan edecek. Radikallerin yanılsaması, radikal görüşlerin dini veya felsefi esaslarına zoraki ya da körlemesine uyum sağlayarak istikrar ve güvenlik kavramı oluşturmaktır. Bu yanılsama sadece milli sınırlar içinde yaşayan ve radikal kurallara uyum sağlamayan (mesela köktendincilere karşı "yeni çağ" hareketi) gurupların kutuplaşmasını ve milliyetçiliğin ilanı ve yanılsaması olarak da gezegenin kutuplaştırılmasını kolaylaştırır.

Satürn ve Uranüs’ün Yay’daki bu kavuşumu, bu türde aldatıcı bir felsefeden özgürleşmek, tüm ülkelerde eğitim yoluyla bireysel ve kollektif bilincin yükseltilmesi anlamına gelir; öyle bir eğitim ki gezegenin hayatta kalma meselelerinin (mevcut şartlar) genel (Yay) farkındalığını (Uranüs) yükselterek, vizyonları tüm bunlara hitap eden yeni politik liderlerle (Uranüs/Satürn Yay’da) statükoyu (Satürn) değiştirmeye teşvik eder. Eğer bu gerçekleşirse, gelecek (Uranüs), pek çoğumuzun da maruz kaldığı tüm o kıyamet günü senaryolarına meydan vermeyecektir. Eğer olmazsa, Satürn ve Uranüs Oğlak’taki Neptün’e katıldığında ve o arada Pluto da Akrep burcundayken, bu tür senaryoların kendini gösterme olasılığı yükselecektir. Bundan şüphe duyuyorsanız, sadece tarihe bir göz atıp,bu modelin daha önce oluştuğu zamanlara bir bakın. Şimdi (Satürn ve Uranüs Yay’dayken), tarihin kendini tekrar etmesi döngüsünden kurtulmak için elimizde büyük bir fırsat var. Bu fırsat var çünkü şu anda ÇAĞLARIN değişiminin tam ortasındayız; Balık Çağı artık Kova çağına dönüşüyor. Çağların değiştiği her zaman, bir önceki döngüden kurtulma fırsatı vardır. Son kez çağ değiştirdiğimizde, Nazareth’li İsa gezegendeydi. Kendisinin de söylediği gibi, o yeni çağı müjdelemek için buradaydı. Bir ilahiyatçı ve astrolog olan Donald Jacob’ın rektifiye ettiği doğum tarihine göre İsa’nın, sadece altı gezegeni Balık’ta değildi, aynı zamanda Akrep’teki Güney Ay Düğümü on birinci evdeki Neptün ile kavuşumdaydı. Yükseleni Yay’daydı ve Satürn ile Uranüs Balık burcunda kavuşum yapıyordu. Ve, evet, Merkür Kova burcundaydı. Umalım ki bu Kova, Yay ve Balık burcu vizyonları Oğlak burcunun ana görüşü haline gelir ve böylece Balık çağının kapanışı İsa’nın tüm topraklardaki tüm insanlar için BİRLEŞME vizyonunu yansıtabilir.

URANÜS'ÜN GERİ GİTMESİ

Soru: Uranüs retrosunun (geri hareketinin) anlamından bahsedebilir misiniz?

Elbette. Zahiri geri hareketin (retro) sembolize ettiği arketipsel bağlantıyı hatırlayalım. Esas itibariyla, geri gitmekte olan gezegenin mevcut beklentilerden geri çekilme veya uzaklaşmayı, hangi davranışlar veya psikolojik yönelmelerle ortaya çıkaracağını gösterir. Bundan başka, geri hareket, geri giden gezegenin gittikçe artan bireyleştirme çabasıyla ve bireyin özünü yansıtması için talep ettiği amaç, yönelim ve uygulamaların tanımlanmalarıyla birlikte kişinin evrimsel gelişimini hızlandırır. Ve retro arketip veya gezegen durağan değildir. Evrimsel olarak niyeti, şartsız benliğe ulaşana dek, her bir şartlanma katmanını tek tek kaldırma çabasındadır. Bu arketip Uranüs’ün arketipsel amacını yansıtır. Bu yüzden, doğum anında Uranüs geri harekette olduğu zaman, kişinin bilinenden veya içinde bulunduğu toplum tarafından belirlenmiş mevcut realiteden ya da kendisinin oluşturduğu statükodan özgürleşme, kurtulma, bireyleşme vb. arketipleri öne çıkar ve vurgulanır. Aynı kafa yapısına sahip grup, akran ve arkadaşlık bağlarını düşünürsek, geri giden Uranüs'e sahip insanlar da aslında bir çeşit gruptur. Pek çoğu gruplarla veya belli tipte insanlarla bir bağ oluşturarak, bu tip deneyimler içinde sadece, olması gerektiği gibi, yanlız hissetmek ve eninde sonunda dışarıda kaldıklarını keşfetmek için çaba gösterirler. Böylece, periyodik olarak veya sürekli kendilerine doğru geri itilmeleri, Uranüs retrosunun bireyleştirme işlemini kolaylaştırır.

Uranüs’ün bireysel bilinçaltına bağlantısını hatırlarsak, Uranüs’ün geri hareketinin kişinin bilinçaltı içeriğinin dönem dönem ya da sürekli olarak bilinçli farkındalığına sızmalar yaptığı bir durum yarattığını söyleyebiliriz. Kişiyi bu veya daha önceki yaşamlarında tanımlayan geçmiş şartlanmalardan kurtulması yoluyla, bireyleşme işlemini hızlandırmak için bu olay gerçekleşir. Ancak geçmişin kuyusunu boşaltarak, bireyleşme yolunda devam etmekte olan hızlanmayı yansıtan yeni dinamiklerle yeniden doldurabiliriz. Bilinçaltı içeriği bu ve geçmiş yaşamın anılarından oluşur. Bu anılar bilinçli farkındalığa salıverilince canlanır, böylece anıların esasından yavaş yavaş uzaklaşma başlar. Bu uzaklaşma hali kişide, hatırlanan deneyimler her ne ise, onları yaratmaktan sorumlu olan dinamikler üzerinde odaklanabilmesini sağlayacak bir objektiflik sağlar. Bu da objektif bir öz-bilgi ve herhangi bir zamanda kişinin içsel durumunun nasıl tüm koşullarının mahiyetine yansıdığıyla ilgili gitgide artan bir farkındalık oluşturmasını kolaylaştırır.

Uranüs’ün geri hareketi, Uranüs’ün doğal huzursuzluğunu yoğunlaştırır. Yukarıdaki prensiplerle ilintili olarak, geri hareket aynı zamanda kişinin halihazırda görmekte olduğu gelecekten daha geniş, bireyleştirilmiş ve daha özgür bir gelecekle ilgili düşüncelere yol açar. Bu tip düşünceler ortaya çıkacak geleceği yansıtır. Uranüs herhangi bir kısıtlama ya da kapatılma hissine karşı isyan eder. Geri giderken, geleceğe yönelik düşüncelerin salıverilmesi yüzünden, bu isyan duygusu periyodik veya sürekli olarak yoğunlaşır çünkü bu düşünceler yaşamın hangi döneminde kendilerini gösterirlerse göstersinler, kişinin yaşam koşullarıyla ilgili olarak bir takım kısıtlamaları deneyimleme etkisi yaratırlar. Bu da, yine, kişinin bireyleşme işlemini tetikleme ve hızlandırma amacını güder.

Elbette, bu durum kişilerin yaşamlarında pek çok problem yaratabilir çünkü çoğu yaşamlarında zorunluluklar, görevler ve sorumlulukları (Satürn) yansıtan koşullara sahiptir. Uranüs’ün geri gittiği dönemdeki en iyi meydan okuma, kişinin yaşam koşullarını, kendilerine uygun olarak ve Uranüs retrosunun bireyleştirme işlemini kolaylaştıracak şekilde belirlemektir. Bu Uranüs retrosu dinamikleri yüzünden, hüküm süren statükonun dışında kalan değişik türde insanlarla yeni düşünceler, yaşam tarzları, değerler, inançlar ve ilişkiler deneyimleme ihtiyacı öne çıkar. Bu ihtiyaca neden olan temel prensip şartsız benliğin eşsizliğini keşfetmek ve gerçekleştirmek için bireyleşme arayışıdır. Uranüs retrosu, bizzat, her şeyi kendi yöntemiyle yapmak ister. Yerleşmiş geleneklere karşı çıkanları, asileri, münzevileri, sosyal yabancılaşma duygusunu, en uzağa kaçışları, sağ beyini vurgular. Uranüs geri giderken kapı açılır ve Neptün’ü; tüm Yaradılışın Kaynağı’nın sembolünü işaret eder. Bu suretle, evrensel anlamda kendini ve diğer her şeyi anlama ihtiyacının altını çizer. Bu ihtiyaç pek çok insanda bilinçli olarak tanımlanamadığı için, dünyevi yaşamdan tarif edilemez bir hoşnutsuzluk duygusu; diğer bir deyişle banka hesapları ve hamburgerden daha fazlasının olduğuyla ilgili derinlerde, bilinçsiz bir his ( Neptün’ü işaret eden Uranüs retrosu) yaratır. Bu türde bir hoşnutsuzluğun amacı bireyleşme işlemini hızlanmaya teşvik etmektir.

Pek çoğu için, kişinin o anki gerçekliğinden ilgisini kesmesi, yansıtılmış veya hayali bir geleceği sembolize eden hayaller üzerinde bir tetikleme oluşturacaktır. Bu yansıtılmış gelecek kişinin kendini o anki gerçekliğinden tamamen farklı şekillerde deneyimlemesine izin verecektir. Bu etki, kişinin tüm yaşamsal gereksinimleriyle bağlantılı olan bütünleşmiş bir hayata yön verdiği sürece olumludur. Bazı bireylerde hangi hayale göre harekete geçip geçmeyeceği konusunda karmaşa olabilir. Bu karmaşa şu şekilde anlaşılır ve halledilir; öncelikle bu hayallerin kişinin yaşamında var olan ŞARTLAR ve ŞARTLANDIRICI FAKTÖRLERLE ilgili daha özgür ve bağımsız bir geleceği sembolize ettiğini anlamak gerekir. Böylece, bu hayalleri deneysel veya somut gerçeklikler olarak belirleyecek şekilde davranmak gerekmez. Bu tür hayaller, bireyin mevcut içsel ve dışsal şartlarının temel oluşturduğu kısıtlanma duygusunun hafiflemesi için psişik (Neptün) bir güvenlik veya rahatlama vanası olarak işlev görürler.

Bu olur, çünkü daha özgür, daha az kısıtlayıcı bir varoluş halini sembolize eden hayalleri içeren aktif bir içsel yaşam sayesinde meydana gelen kendini yaşamdan GERİ ÇEKME olgusu vurgulanmaktadır. Bu tipteki hayaller bir noktada GERÇEKLEŞECEK geleceği sembolize eder ve tanımlar; bu yaşamda veya başka yaşamlarda. Diğer yandan bazı koşullarda bu hayallere göre harekete geçmek GEREKİR. Bu koşullar hayallerdeki ACİLİYET veya SIKLIK duygusunu içerir. Bu durum, bireyin bu hayallerin oluşmasına neden olan içsel ve dışsal koşulların mevcut durumundan özgürleşerek, bireyleşme işlemini hızlandırmak ve kolaylaştırmak için artık hayallerini gerçekleştirmesi gereken bir noktaya (Uranüs Satürn’le ilişkide) vardığını gösterir. Bu içsel ve dışsal koşulların yarattığı kısıtlamalar yüzünden bu hayaller tetiklenir. Hangi hayale göre harekete geçilip, hangisine göre harekete geçilmesine gerek olmadığı arasındaki ayırıcı özellik, bu hayallerin aciliyet ve sıklık esasına dayalıdır.

Belirli bazı durumlarda, bireyin bilincinde meydana gelen bu tekrarlayan hayaller, kişinin kendini içine çektiği durumlara dönüşürler. Yinelersek, Uranüs yansıtılmış yaratımla bağlantılıdır. Bu fenomen statükodan ayrılmaktan korkan veya mevcut realitesinin taleplerine ya da şartlarına aşırı derecede gömülmüş olan kişilerin başına gelir. Statükodan kopmaktan korkan, sosyal ve bireysel olarak yönlendirilmiş olan insanlarda bu tekrarlayan hayaller bastırılır. Böylelikle bu hayaller kişinin bilinçli olarak hazırlıklı olmadığı veya şaşırıp kaldığı (Uranüs) durumların yaratılmasına sebep olur.

Metafiziksel anlamda, bu durumlar kişinin bilinçli farkındalığının eşiğinin dibinde vuku bulan şeyleri yansıtır ve sembolize eder ve de bireyin yaşamında gerçekte ne olmasını istediği ile ilgili kendisine bile itiraf edemediği şeyleri temsil eder. Mevcut koşullarının taleplerine aşırı derecede gömülmüş olanlar için, ne nedenle olursa olsun, kişinin bu mevcut koşullardan geri adım atabilmesi ve objektif bir şekilde değerlendirme yapabilmesi için uzaklaşmaya zorlayan bu durumlar ortaya çıkar. Bunun sonucunda kişinin iç uzayının özgürleşmesine meydan verir. Bu da bireyin kişisel gelişimine ve mevcut realite koşullarının kısıtlamalarından özgürleşmesine izin veren yeni stratejiler oluşturması için çalışan Uranyen düşüncelere kanalize olmasına olanak verir.

Uranüs retrosunun yaratabileceği en problemli durum şudur; hoşnutsuzluk duygusu o kadar güçlüdür ki, kişi sosyal yaşamın içine katılmayı (Uranüs ve Satürn) tamamıyla reddeder (isyan eder). Bu tür insanlar ya kendilerini tamamen geri çekerler ya hayallerinden vazgeçerler ya da tamamen düzensiz ve karmakarışık düşünceler oluştururlar. Diğer taraftan, bu uygulama da bireyleşme işlemini sembolize eder. Hoşnutsuzluğun nedenini anlayan ve bunu kendilerine en uygun şekilde tanımlamak ve uygulamak için bilinçli bir çaba sarfedenler, yaşamları ve yaşamı anlama biçimleri ile diğerlerine bir ilham kaynağı olacaklardır.

Çeviren: Serap Şengöz

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
11-20-2007 05:34 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #9
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK 9
URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK -9

Jeffrey Wolf Green

KOMPOZİT VE SİNASTRİ HARİTALARINDA URANÜS




Soru: İnsanlar arasında, ilişkilerde Uranüs’ün rolü nedir? Bunu açıklayabilir misiniz?



Elbette. Uranüs, her şeyden önce, çeşitli arzular (etkiler/heyecanlar) yaratabilir, böylece iki insan arasındaki ilişkilerde (sinastri veya kompozit) etki yapar. Sinastri haritaları, iki insan arasında bireysel bazda işleyen dinamiklerle bağlantılıdır. Kompozit haritalar ise, iki insanı bir çift (bütün) olarak ele alan dinamiklerle bağlantılıdır. İki insanın, aralarındaki dinamiğe nasıl tepki gösterdiklerinin doğası, tek tek her birinin doğası tarafından belirlenir. Belirli bir bireysel veya ilişkisel koşul her ne olursa olsun, tüm durumlarda Uranüs’ün arketipsel niyeti, bireyleşmeye ve statüko realitelerinden bağımsızlaşmaya ivme kazandırmaktır. Uranüs’ün doğal hızlandırıcı etkisine bağlı olarak, iki insanın hangi hayat alanında hızlı biçimde birlikte büyümeyi en fazla kılabilecekleriyle bağlantılıdır. Uranüs’ün bireyselleşmiş bilinçdışıyla, yani bilinçaltıyla, bağlantısı nedeniyle, bu durum, iki insan arasında bir dip akıntısını harekete geçirerek, ikisinin dizginlerini de mütemadiyen çeker. Çoğu insan bu dip akıntısının farkına varmaz veya onu yaşam tarzıyla bütünleştirmez (Satürn). Böyle olduğunda, Uranüs, iki insan arasında bir huzursuzluk, tahmin edilemeyene, kontrol edilemeyene dayanan bir rahatsızlık şeklinde deneyimlenir. Bunun sonucu olarak, Satürn, Uranüs'e özgü dip akıntısını bastırmayı, kontrol etmeyi ya da en azından görmezden gelmeyi deneyecektir.



Bu durumun, iki insan arasında veya onların iç dünyalarında harekete geçirdiği dinamik gerilim, eğer her ikisi de, statüko realitesini, bu her ne ise, muhafaza etmeye yatırım yapmışlarsa kontrol edilebilirdir. Statükoyu tehdit eden dip akıntısı, bazı şeyleri sorgulamamak üzere açıkça ifade edilmiş veya edilmemiş bir anlaşma yaparak, örtülü olarak bırakılır. Ancak, iki kişi arasında öngörülemeyen düşünceler, durumlar ya da patlamalar şeklinde deneyimlenir. Buna karşın, statükoyu devam ettirmeye yönelik anlaşma nedeniyle, her ne olay olursa olsun gerçekleşmenin hemen ardından, bu öngörülemez olayların gitmesine izin verilir. Böylece, Uranüs arketipi gelişmemiş veya azgelişmiş olarak bırakılır.



Diğer durumlarda, kişilerden biri diğerine yönelik bir otorite konumuna hakim olmak, bunu tanımlamak veya etkilemek isteyebilir. Fakat Uranüs'e özgü dip akıntısı nedeniyle diğerinin kendisine karşı başlatacağı isyanla karşılaşacaktır. Satürn''e özgü tepki, diğer kişinin doğasının Uranüs'e özgü yönü tarafından, bir şekilde tehdit edilme duygusundan kaynaklanmaktadır. Ancak, diğer kişi kendi doğasının Uranüs'e özgü yönünü geliştirmeyi arzu ederse, bu durumda, isyan, kişinin Satürn''e özgü tepki verdiği şeklinde görünecektir. Bu enteresan bir dinamiktir. Çünkü farklı bir çok nedeni ve tetikleyici unsuru olabilir. Örnekler verelim: Bir kişi diğerinin ne denli koşullanmış ve sınırlanmış olduğunu anlayıp, özgürleştirmek amacıyla diğerini Uranüs'e özgü mesajlarla zorlayabilir. Ancak, aşırı koşullanmış ve sınırlanmış olan kişi bu durumu muhafaza etmeyi isterse, o zaman, isyan, diğerinin gönderdiği Uranüs'e özgü mesajlara yönelir. Uranüs'e özgü mesajları gönderen kişi, diğeri tarafından otorite konumu arzuluyor şeklinde algılanır (Uranüs, Satürn vasıtasıyla yansıtılmaktadır). Kişinin veya mesajların, esrarengiz, garip, radikal veya tuhaf (Uranüs) olduğuna hükmedilir (Satürn). Mevcut koşulları devam ettirme arzusuna dayalı bu isyan, kendisini Satürn vasıtasıyla yansıtan Uranüs olarak ortaya koyan bireyin kendisiyle bağlantılıdır (İçsel varoluş durumunu, dışsal gerçeklik koşullarına yansıtmıştır). Aslında diğer kişiye yönelik görünen bu isyan, gerçekte kişinin kendisine yöneliktir. Fakat, elbette, bu dinamiği bu şekilde anlayan kişi nadir (Uranüs) bir kişidir. Kişinin dışsal koşullarının, kendi içsel varlığını yansıtamaması bunun nedenidir. Çünkü toplumsal veya kültürel koşullama modelinde böyle bir kültürel norm (anlayış) bulunmamaktadır. Koşullama modeline bu durum böyle akseder.



Ya da kişilerden biri, diğerindeki Uranüs'e özgü bireyleşmeyi bastırmanın bir aracı olarak otorite konumuna hakim olmak, kuralları belirleyip etkilemek isteyebilir. Fakat nihayetinde, diğerinin kendi kendisine yönelik olarak aynı şeyi yaptığını keşfedecektir. Bu durum karşılıklı bir isyan veya reddediş yaratabilir. Ya da iki insan birlikte oldukları başka zamanlarla (Uranüs’ün Satürn ile bağlantılı olduğu) bağlantılı olan bilinçaltı hatıralardan (Uranüs) kaynaklanan ani bir hoşlanmayış (Uranüs) yaşayabilirler. Bu tepki, birinden birinin veya her ikisinin birden ağır Satürn rolünü oynamış olmasından kaynaklanabilir. Şimdi bu Satürn''e özgü geçmiş vasıtasıyla Uranüs'e özgü tepki oluşturulmaktadır. Bundan başka, ‘diğer’ kişi, şimdi, birinci kişinin isyan ve koşullanmalardan bilinçli olarak kurtulma yoluyla halihazırda bireyselleştiği bir kişilik tipini veya realiteyi sembolize ediyor olabilir. Bu durum, diğeriyle işinin bitmiş olduğunu yansıtan düşünceyi harekete geçirebilir.



Uranüs'e özgü bağlantı son derece olumlu da olabilir. Sinastride ve kompozit haritalarda iki insanın nasıl ve hangi alanda birbirine mentör olma işlevi göreceğini sembolize edebilir. Bir mentör diğerini koşulsuz olarak kabul eden kişidir. Ancak böyle olunduğunda diğerinin kim olduğu nesnel olarak fark edilebilir. Çünkü, bu farkındalık,diğerine yönelik herhangi bir koşullu tepki ile çarpıtılmamıştır. Mentörler, diğer kişinin gerçekten neye ihtiyacı olduğunun tarafsız ve nesnel değerlendirmesi yoluyla, onun bireysel gelişimini kolaylaştırmaya yardım edebilirler. Böylece Uranüs'e özgü sembol, sinastri ve kompozit haritalar sayesinde, iki insanın hangi hayat alanında aynı bakış açısına ve oldukça benzer zihne sahip olduklarının bağlantısını verir. İki insanın, bilinenden ve kendi içsel varlıklarının ve dışsal koşullarının statükocu gerçekliklerinden özgürleşmek için birbirlerine hangi alanda yardım edeceklerini gösterebilir. Bu yardımı bir çift (bütün) olarak, nerede ve nasıl birlikte kazanılabileceklerini gösterir. Bu alanlar ve konular, her ikisinin de bireysel ve müşterek yaşam amaçlarıyla ilgili olarak en fazlayı nasıl ve nerede hızlandırılmış biçimde elde edebileceklerini gösterir. Uranüs'e özgü bağlantı, koşullanmalardan ve statükodan özgürleşmeye bağlı olarak, ‘yeni’ yollarla (Uranüs’ün yerleşiminin sembolize ettiği dinamiklere özel yeni yollarla) deneyimlemeyle ilişkilidir. Bu tür deneyimler, her bireyin gerçek doğasını en fazla yansıtan yöntemlerin tedricen geliştirilip yerleştirilmesini hesaba katacaktır. Sinastride Uranüs'e özgü yerleşimler, iki kişinin de çekildiği konularla bağlantıları gösterir. Böylece her birinin o zamana kadar yönelimlerini belirlemiş olup, koşullama modellerinden özgürleştirilmeyi bekleyen içsel dinamikleriyle bağlantı kurar. Bu nedenle, diğer kişi, bir seviyede (daha çok farkında olmadan) bu gelişimsel ihtiyaca yardım edebilme yeteneğine sahip bir kişi olarak algılanır. Çapraz harita sinastrisinde ve kompozit haritalardaki Uranüs'e özgü yerleşimler, her birinin diğerine bireysel yüksek zihinleri vasıtasıyla hangi alanda ve ne şekilde en fazla uyumlanmış olduğunu gösterir.



Olumlu yönden, Satürn’e, Uranüs'e özgü dinamikleri, bireylerin ve ilişkilerin çerçevesine, toplam doğa ve realite bakımından entegre etmeye yardımcı olmak üzere işlev kazandırılabilir. Satürn’ün gerçek doğası, herhangi bir şeyi tanımlayıp ona form vermektir. Sinastride ve kompozit haritalarda Satürn’ün fonksiyonu, tanımlayıp form vermek ve böylece Uranüs'e özgü düşünce, dürtü, amaç ve yönlere gerçeklik kazandırmaktır. Satürn, içimizde ve ilişkilerimizde Uranüs'e özgü bireyleşme sürecini ortama göre nasıl meydana çıkarıp uygular ve gerçekleştirebilirizin farkındalığını ortaya çıkarır. Çünkü, içinde yaşadığımız toplum veya kültürün dışsal doğası olan gelenek, norm, kural, prosedür, tabu ve yasalarla bağlantılıdır.



Sinastri haritalarında, Satürn dinamikleri, içinde bulundukları ev, burç ve diğer gezegenlere olan açıları tarafından sembolize edilen hayat alanlarına odaklanmıştır. Uranüs’ün dip akıntısı veya bilinçli olarak geliştirilmesi, bulunduğu eve, burca ve kompozit haritaya yansıtılır. Deneyimler yoluyla söyleyebileceğim fark şudur: Sinastride bu prensipler, iki insana bireysel bazda yansıtılır. Kompozit haritada ise, bu ilkeler, iki insanın içselleştirdikleri çift olma bilincine yansıtılır.



Bireysel ve kompozit haritalar elbette devingendir. Bir kişinin natal haritasında Uranüs’ün ilerlediği hayat alanı ve bununla bağlantılı konular, kişinin partnerini etkileyecektir. Bunun terside doğrudur. Uranüs transiti aynı zamanda kompozit haritayı da etkiliyor olacaktır. Her iki durumda da bireyin veya ilişkinin ihtiyaçlarına artık uymayan, faydası dokunmayan mevcut koşulları değiştirmekle bağlantılı olarak ivme kazanmış bir büyüme gerçekleşebilir. Partnerlerin birinde veya her ikisinde birden, Satürn fonksiyonuna direnç, inkar veya bastırma işin içindeyse, o zaman ‘beklenmeyen’, ‘aniden’ ortaya çıkarak her ikisini de öyle veya böyle değiştirir. Transitlerle ilgili bölüme bakılırsa, mesajların dinamiği anlaşılır. O bölümde önerilen yöntemle, mesajlara bütünlük içinde kulak verip uygulamak ilişki için önemlidir. Bu yolla Satürn’ün olumlu yönleri, gereken değişimleri saptayıp entegre etmek üzere kumandayı ele alabilir. Öyle ki, bireyler ve ilişki yapısal olarak büyür.



URANÜS: DİĞER DÜŞÜNCELER



Bugünlük yaklaşık 30 dakikamız kaldı. Uranüs’le ilgili ne bilmek istiyorsanız sorabilirsiniz.



Soru: Uranüs’ün kanallıkla bir ilgisi var mıdır?



Jane Robert’in Seth ile bağlantısına benzer bir anlamı mı kastediyorsunuz?



Yanıt: Evet.



Hayır. Seth olgusunun yansıttığı gerçek kanallık, Neptün ve Plüton tarafından sembolize edilir. Gerçek kanallık, bireyin ruhuna (Plüton) başka bir ruhsal varlığın veya spiritin (Neptün, Plüton) girmesidir. Ego merkezli bilinçlilikte tamamen veya tamama yakın bir kayıp söz konusu olur. Fizyolojik olarak, kalp atış oranında ve solunum biçiminde değişiklik, cildin renklenmesi, gözbebeklerinin yuvalarının içinde dönmesi, konuşma tarzında farklı bir tonlama ve fiziksel bedenin normalden daha hızlı biçimde tükenmesi bu duruma eşlik eder. Kanal olan birey, normal ego-merkezli kişiliğinin sınırları dahilinde bilmesi mümkün olmayan gerçekleri ve yasaları metafiziksel olarak anlatır, aydınlatır veya öğretir.



Bugünlerde, kanal bilgisi olarak nitelenen veya öyle olduğu iddia edilen pek çok bilgi, Neptün’ün Yay burcundan geçişini yansıtır. Bu geçiş, Uranüs’ün geçişine göre hızlandırılmış bir geçiştir. Aslında bu durum, kollektifi (Neptün, Uranüs, Yay), dolayısıyla bireysel zihni genişletmeye ihtiyaç duyulmuş olması ve bunun ortaya çıkması demektir. Bu, Batı toplumlarında artan sayıda insanın bilinenin ötesine giderek, hayatı farklı ve ‘yeni’ vasıtalarla idrak etmesi anlamına gelir. Yeni vasıtalar, kozmolojik, metafiziksel, felsefi veya dini yönelimlerle karşılıklı ilişki içindedir. Çünkü bunlar insan farkındalığının (zodyak) toplam tayfı dahilinde Yay burcu ile bağlantılıdır. Gezegenimizde bilinçlilik dairesindeki bu kolektif ve bireyleşmiş ihtiyaç, böylece, Neptün ve Uranüs’ün Yay burcundaki hareketleri tarafından psikolojiye yansıtılmış olmaktadır. Her birey, kendi bilinen realitesinin mevcut parametrelerini genişletmek üzere, temelde inançlarla bağlantılı (Uranüs Yay’da) aynı tür psikolojiye sahip olan benzer zihinsel yapıdaki grupları ve insanları bulacaktır. Eğer tarihi araştırırsanız, Uranüs’ün Yay burucunda ilerlediği her dönemde zihni genişletme ihtiyacının ortaya çıktığını keşfedersiniz. Bu yüzyılın başında (ç.n. 20. yüzyıl) Uranüs’ün Yay burcunda olduğu en son dönemde bu ihtiyaç belirmiştir. O tarihte, Doğu düşünce ve felsefelerine Batının ilgisi çok artmış, Doğunun bir çok inanç ve düşüncesi Batıda yer bulmuştur. Yay, bir arketip olarak sentezle bağlantılıdır. Doğal kutupsallığı İkizler’dir. Bir düşünceler sentezidir. Uranüs, 1800’lerin başlarında yine Neptün’le beraber Yay’dayken, diyalektik düşünce felsefesi yükselmişti. Karşıt düşüncelerin sentezi, olgusal varoluşu yorumlamanın (Yay) ‘yeni’ bir yolunu buldurmuştu. Böylece, bizler, son olarak, ‘yeni’ düşünce ve inançların Doğudan Batıya taşınmasına şahit olduk. Karşıt düşüncelerin bir sentezine; örneğin Doğunun içsel Tanrısına karşı Batının dışsal Tanrısına ve daha başka karşıtlıkların sentezine.



Şimdi yine kollektif ve bireysel zihni genişletme ihtiyacı gündemde. Bunun genel bir ihtiyaç olduğu gerçeğinin ötesinde, genel ihtiyacı ateşleyen özel kültürel nedenler de mevcut. Bu özel nedenler, genel ihtiyacı ateşleyen kültürel nedenleri şekillendiriyor, ihtiyacın özel uygulamalarını şekillendiriyor. Bir örnek verelim: Ünlü Amerikan Rüyası (rüyalar Neptün’le ilişkilidir) önceden buna yatırım yapmış olan bir çokları için çökmekte. Bir çoğunun aradığı mana (Neptün) başka bir sahte rüyada da bulunamayacak. Yani, zihni genişletmek, hayata farklı bakmak için artan bir ihtiyaç söz konusu. Hayatın ve realitenin doğasıyla ilgili bugün bu denli çok düşünce, inanç ve kitap bulunmasının nedeni budur, insanlık tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar fazla sayıda. Bunun biçimlerinden birisi de güncel olan kanallığa ilgi dalgasını kapsar. Maalesef, Neptün’ün şu anda Oğlak’ta olması nedeniyle, kanal bilgisi diye aktarılanların çoğu kanal bilgisi değildir. Neptün Yay’dayken, az sayıda kişiyle, başka varlıklar veya ruhlar tarafından öğretilerini aktarmak üzere temasa geçildi. Bu öğretilerden bazılarının, kitaplar ve benzerleri vasıtasıyla geniş sirkülasyona (Neptün Yay’da) sahip olması amaçlanmıştır. Uranüs Yay’a ilerlediğinde, bu Neptün etkisi ivme kazanmıştır. Bu durum pek çok kitaba yansıtılmış, bir çok kişi kanallığa soyunarak gülünç duruma düşmüştür. Eğer eldeki malzemenin büyük bir kısmını incelerseniz, bir kişi veya grubun kanal bilgilerinin diğer bir kişi veya grubun kanal bilgileriyle çatıştığını ya da birbirini çürüttüğünü keşfedersiniz. Şimdi bu ne anlama geliyor? Açıkçası, Neptün Oğlak’ta olduğu için, bu kanallık iddialarının bir çoğunun doğru olmadığı anlamına geliyor. Bir çok insanın kendi bilinçlerini açıp genişlettikleri anlamına geliyor. Yani bu insanlar kendi yüksek zihinleriyle temasa geçiyorlar. Uranüs, yansıtılan yaradılışla (ç.n. görünenin arkasındaki varoluşla) bağlantılı olduğundan, bir çok insan daha yüksek gerçekleri, soyut olanı ve madde düzlemindeki fiziksel yasaların temeli olan metafizik yasalarını seziyor (Uranüs Yay’da). Aslında başka bir varlığa değil, kendilerine kanal oluyorlar. Yansıtılan yaradılışın vasıtasının elektrik, görünen yaradılışın temel ilkesinin de zeka olduğunu hatırlayın. Böylece, artan sayıda insan, kendi bilinçlerinin parametrelerini genişleterek (Uranüs Yay’da), Evrensel zihne bağlanıyor. Gerçekliğin karbon kopyasına, tüm yasaların temeline bağlanıyor. O yasalar ki, belirmiş yaradılışı toptan açıklayıp düzenlemektedir. İnsan beyninin genişlemesi ve evrimi altta yatan nedendir.



Oğlak’taki Neptün, bu açıdan bakıldığında, kendilerine değil de daha yüksek varlıklara kanal olduğunu iddia eden yanlış otoriteyle ve bu otoriteden medet umanlarla ilişkilidir. Elbette bu durum Batı Dünyasındaki temel koşullama modellerinden birinin yansımasıdır. Tanrı tarikiyle özgürleşmenin bizim dışımızda olduğu koşullamasının. Bu yüzden, çoğu insan dışsal otorite figürleri aramaya koşullanmıştır. Buna göre, Batıdaki bu kanallık durumu, daha fazla takipçiyi cezbetmek beklentisiyle, ‘başka varlıklar’a kanal olmakla ilişkilendirilmiştir. Eğer bu tür koşullamaların bulunmadığı ülkelere giderseniz, bu kanallık olgusunun, dışsal otoriteyle bağlantılı koşullama modellerinin bulunduğu ülkelerde temsil edildiği biçimde, bu ülkelerde varolmadığını keşfedersiniz. Uranüs, Satürn’le birlikte galaksimizin merkezine doğru ilerlerken, böyle bir koşullama modelinin bununla kimlik bulan kişilerden özgürleştirilebilmesi önemlidir. Bu, dürüstlüğe (Yay) ve ‘sahte peygamberler’in gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılmasına (Neptün Oğlak’ta) olanak verecektir.



Zihinlerinin ve bilinçlerinin yeni yollarla, yeni bağlantılar ve anlayışlar kazanarak genişlediğini fark eden kişiler için, alınacak ders, söylenenlerin ve sunulanların arkasındaki otoritenin kendini-gerçekleştirme çıkışlı olduğunu kabullenerek, talepte bulunmaktır. Bu çok çok önemlidir. Şuna dikkat edin: Gerçek bir peygamber olan İsa’nın, konuşmaları, öğretisi ve hayatı, kendi zamanında çok zulüm gördü. Niçin? Bir çok neden arasında, beklenen Mesih olduğunu iddia eden peygamberlerin bolluğu da vardır. Açıktır ki pek çok insan, politik ve ekonomik koşullar nedeniyle o dönemde kendi adlarına sorumluluk üstlenecek ilahi bir iradeye inanma ihtiyacı duyuyorlardı. Bu ‘sahte peygamberler’, kişisel gafletleri meydana çıkana dek yayılmayı sürdürdüler. Peygamber olduklarını öne sürenler şüphe ile karşılandı. Şüphe havayı zehirledi. Böyle bir atmosferde İsa’nın sözleri ve öğretileri yargılandı. Çarmıhta son buldu, öyle değil mi? Benim işaret etmek istediğim nokta şu: Yüksek güçlere kanal olduklarını iddia eden kişilerin (peygamberlerin?) bolluğu, kollektif atmosferi kendi iddialarının ve sözlerinin içeriği yoluyla zehirleyebilir. Bu durum, sırasında gelenekçiler tarafından (The Sanhedrin ? – ç.n. İsa’yı mahkum eden Yahudi Yüksek Mahkemesi) kendi otorite ve görüşlerine uymayanları infaz etmek için yakıt olarak kullanılabilir. Biz bu tür olayları, şu anda Batıda, ‘Yeni Çağ’ hareketi bağlamında görüyoruz. Bir çok inanç, düşünce, niyet veya gündem, muhafazakar dinciler tarafından hatalı biçimde itham ediliyor. Peki, bu hatalı iddialar için ‘hedef’ olarak ne tür insanlar gösteriliyor tahmin edin bakalım? İsa, Neptün Oğlak’tayken öldürülmüştü. Neptün, şimdi yine Oğlak’ta. Uranüs, kısa bir süre onun yanında olacak, Satürn de öyle. İsa, yeni bir çağın, Balık Çağı’nın yolunu açmıştı. Onunla yeni bir din ve yaşam felsefesi doğmuştu. Yeni Çağ ruhunu izleyenler, sürdürmekte oldukları otoritelerinin temelinin oyulduğu algısında olanlar tarafından daha başlangıçta infaz edildi. Şimdi ise, Kova Çağı’na giriyoruz, yeni bir çağa. Bu döngüyü tekrarlayacak mıyız, yoksa kırabilir miyiz? Eğer kıracaksak, bu nasıl yapılabilir? Bu soruyu üzerinde düşünmeniz için size bırakıyorum.

Çeviren: Serap Rumelili Öcalan

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
02-16-2008 02:39 PM
 Alıntı Yaparak Cevapla
astrosohbet Çevrimdışı
Kızıl & Mavi
********
Neptunia Admin
lt=
Mesajlar: 7,901
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 172

Mesaj: #10
Cvp: Bir Uranyen sonsuzlukla buluştu
Nihal Yazılan:Lucy Gordon, ingiliz sinema oyuncusu

born May 22, 1980 at 12:00 PM (unknown) in Oxford (United Kingdom) 22 Mayıs 1980 12:00 PM doğumlu () Oxford (İngiltere) unknown


iki gün önce Paris teki evinde ölü bulundu..intihar ettiği sanılıyor..

astrotheme.com, Uranyen tipolojisinde değerlendirmiş..

sadece 28 yaşında idi

satürn döngüsü yaşadığı bir dönemdeymiş.

05-23-2009 02:35 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
« Önceki | Sonraki »



Benzeyen Konular
Konu: Yazar Cevaplar: Gösterim: Son Mesaj
  Uranüs Evlerde salmakis 76 151,714 11-13-2019 11:01 AM
Son Mesaj: justicee
  Uranüs ve Normalden Sapma astrosohbet 23 32,006 03-11-2017 12:09 AM
Son Mesaj: Ahmeedd
  Uranüs Burçlarda salmakis 11 20,750 05-02-2016 09:54 PM
Son Mesaj: BayanKararsız
  Uranüs => Farkındalık => Değişim astrosohbet 17 29,187 04-10-2015 12:36 AM
Son Mesaj: say24
  Uranüs yükselenbaşak 20 29,595 10-14-2012 08:36 PM
Son Mesaj: Arkadaş
  Yıldırım Aşkları ve Uranüs ozohre 26 40,612 05-25-2012 03:54 PM
Son Mesaj: eylülmavi
  Uranüs Kapıyı Çalınca Angel 3 6,924 08-15-2011 03:58 PM
Son Mesaj: astrosohbet
  Hayal Kırıklıklarının altındaki Uranüs Venüs 20 30,907 06-24-2011 01:02 AM
Son Mesaj: nisan15
  Uranüs Döngüsü Angel 4 9,779 01-01-2009 05:17 AM
Son Mesaj: qulsah

Forum'a Git:


Konuyu görüntüleyenler: 1 Misafir