ASTROLOJİ TARİHİ
Astrolojiye ilişkin ilk referanslar her ne kadar Mezopotamya kökenli ise de, Ay'a ait ilk gözlemler Paleolitik ve Mezolitik çağ Avrupasına kadar uzanır. Buna örnek olarak Megalitik bir site olan ünlü Stonehenge'i verebiliriz.
Bu tür sitelerin yapımında Güneş'in, Ay'ın hareketleri, ekinoks noktaları, sabit yıldızların konumları gibi oldukça ileri astronomik hesaplamalar kullanılmıştır. Bu noktada bazı araştırmacılar daha da ileri giderek o zamanlar Venüs takvimi kullanılmasından ve bazı mitolojik hikayelerden yola çıkarak ilk astrolojik bilgilerin Güney Amerika'da Titikaka gölü civarından çıktığını ve hatta bu konunun tarih öncesi devirlerde oldukları ileri sürülen Atlantis ve Mu kıtalarına kadar uzandığını ve astrolojik-astronomik bilgilerin kaynağının dünya dışı kökenli olduklarını iddia etmişlerdir. Bunlar, tabii ki, şimdilik birer "hipotez" durumundadırlar.
Eski mabetlerde (Mezopotamya, Mısır, Çin) yapılan çalışmaların içinde astronomik gözlemlerin yeri çok önemliydi. Hatta bazı mitolojik öykülerin (Herkül ve Altın Post gibi) çıkış noktası Güneş'in Zodyak kuşağı boyunca ilerlemesidir. Ayrıca Mısır hiyeroglifleri, Kalde çivi yazısı ve eski Çin alfabesindeki bazı karakterlerin bazı takım yıldızların şekillerinde olmaları da çok ilginçtir.
Astrolojinin Mezopotamya'daki gelişimini incelemeye bilinen en eski astrolojik doküman olan ENUMA ANU ENLİL isimli antik Babil tabletini kısaca gözden geçirmekle başlamakta yarar vardır. Tabii ki burada bir parantez açarak akademik çevrelerin belirli standartlara göre kabul gösterdikleri en eski astrolojik doküman demek gerekir. Yoksa, örneğin, Mısır'da ortaya çıkartılmış en eski "Yıdız Tabloları", M.Ö. 4200 yıllarına kadar eskilere gider. Kuşkusuz bunun dışında farklı görüş ve iddialar da vardır.
Enuma Anu Enlil'in yazılış tarihi MÖ.1700 senelerine değin uzanır. Ayrıca belirtmekte yarar var ki, Akad kralı Sargon'un (MÖ.2334-2279) ve Ur kralı Ibi-Sin'in (MÖ.2028) Babil öncesi Sümer devirlerine ait iki adet astrolojik doküman bulunmakla birlikte, bunlar araştırmacılar tarafından oldukça ilkel ve yetersiz bulunmuşlardır.
Anu göğün tanrısı, Enlil ise yeryüzünün tanrısı anlamındadır. Dolayısıyla "Enuma Anu Enlil" (yeryüzü ve gökyüzü tanrılarının kitabı) eski Babil dilinde yeryüzü ile gökyüzünün birbirleriyle olan çok sıkı bağlantılarını işaret eden bir isimdir.
Tabletin içerdiği kehanetlerde 584 gün olan Venüs döngüsü, yani Venüs'ün ufuk çizgisinde ilk göründüğü ve kaybolmadan önce son göründüğü zamanlar, referans olarak büyük ölçüde kullanılmıştır. Venüs bu tür bir döngüyü tamamlayıp gökyüzündeki orijinal (başlangıç) yerine 584 günde döner. Doğuda son göründüğü noktada Dünya'ya çok yaklaşır ve kaybolur. Yaklaşık iki ay sonra bu defa batıda görünmeye başlar. Batıda yaklaşık sekiz ay görünmeye devam eder, sonra tekrar kaybolur, ve yaklaşık iki hafta sonra tekrar doğuda görünerek döngüyü tekrar başlatır.
Söz konusu tablette hem kehanetler hem de gözlemler yer almaktadır. Örnek olarak aşağıdaki metni okuyabilirsiniz:
Arahsamna ayında, 11 inci günde, Venüs doğuda kayboldu. İki ay...gün gökyüzünden uzak kaldı. Tebeti ayında, ....günde, batıda görünmeye başladı: bu yılın hasatı bol olacak.
Tabletin Babil kralı Ammisaduqa zamanında yazılması ve büyük ölçüde Venüs'e endeksli olması nedeniyle tablete akademisyenler arasında "Ammisaduqa Venüs Tableti" dendiği de olur.
Ammisaduqa Venüs Tableti (British Museum'da)
Bu arada, daha önce belirttiğimiz üzere Güney Amerika gibi coğrafi açıdan Ortadoğu'dan oldukça uzak bir yerde de Venüs takvimi kullanılması ve ayrıca İncil'de Hz.İsa'nın kendisi için "Ben Davud'un kökü ve zürriyeti, Parlak Sabah Yıldızıyım (Venüs)". gibi bir ifadede bulunması da Venüs'e verilen önemin yoğunluğunu vurgulamak açısından ilgi çekicidir.
Tekrar Mezopotamya'ya dönersek MÖ.317 yılına kadar ki 400 yıllık zaman diliminde Babil'den gözlemlenebilen tüm ay tutulmalarını gösteren tabletler bulunmuştur. Ayrıca astronomi ile ilgili ilk tabletin tarihi MÖ. 8. y.y.a kadar gider. Günlük astronomik gözlemleri içeren gökgünlüğü tabletlerinin sayıları 4. y.y.dan sonra artış gösterir ve buna paralel olarak daha gelişmiş ve karmaşık bir matematiksel astronomi gelişir. Özellikle Babil'deki basamaklı piramit biçimindeki tapınak kuleleri olan "ziggurat"ların oldukça yüksek olmalarının astronom-astrologların gözlemlerini bir hayli kolaylaştırdığı da bilinmektedir.
Öncelikle Ay'ın günlük hareketlerinin gözlemlenmesi ve evrelerinin tesbitinden sonra, Güneş'in hareketlerini (tabii ki jeosantrik açıdan -dünya merkezli- bakıldığı için hareketli gözüküyor), takım yıldızları nirengi noktası alarak izlemişlerdir. Bunun yanı sıra çıplak gözle takip edilebilen 5 gezegeni de (Merkür, Mars, Venüs, Jüpiter, Satürn) gözlem altına almışlardır. Bu noktada her bir gezegen Babil Panteonundaki bir tanrı ile eşleştirilmiştir. Örneğin Sin: Ay tanrısı, Şamaş: Güneş tanrısı, İştar: Venüs -Cennetin kraliçesi, Nergal: Mars -Ölülerin Efendisi, Ninurta: Satürn -Mars'ın kardeşi ve Marduk; Jüpiter -Babil'in kurtarıcısıydı. Panteondaki tanrılarla gezegenlerin eşleştirilmelerinden itibaren astrolojik sembolizm açıkça ortaya çıkmaya başlamıştır. Ayrıca derecelendirilerek 12 eşit parçaya bölünen ilk bilinen zodyak tableti MÖ.419 yılına ait olmasına rağmen, 12 burca ait özellikleri içeren bir çeşit zodyak şeması da MÖ. 6 y.y. tarihli Kambis tabletlerinde yer almıştır.
Mezopotamya'da Anu (gökyüzü), Enki (yeryüzü-su) ve Enlil (hava-rüzgar-tarım-gök)'in getirdiği en yüksek üçlemeden sonra, Güneş tanrısı Utu, Ay tanrısı Nanna ve "Parlak Yıldız" tanrısı İnanna (Venüs) Sümer mitolojisindeki en önemli "kutsal astral üçleme"yi oluştururlar. Sümer mitolojisinin köşe taşlarından biri olan Venüs'e Babilliler bir önceki yazıda belirttiğimiz gibi Parıldayan Kraliçe "Isthar" diyorlardı.
Yunanlılar ise Sevgi ve Aşk tanrıçası Aphrodite olarak bilinen Venüs'e ayrıca Phosphorus ve Hesperus, yani sabah ve akşam yıldızı olarak tapmışlar ve kendi hamileri olan bakire tanrıça Athena olarak da kişileştirmişlerdir. Venüs Hindular için tanrıça Lakshimi, Çinliler için ise güzel Beyaz Kişi anlamındaki Taipe'dir. Venüs hemen tüm yörelerin ve uygarlıkların mitolojilerinde çok önemli bir yere sahiptir. Mars ile Venüs'ün oğlu Aeneas gökte annesini izleyerek Dido'nun kucağına, oradan da İtalya'ya inmişti. Aeneas'ın neslinden gelen Romulus Roma'yı kurdu; yüzyıllar sonra Venüs kendi soyundan Jül Sezar'ı alarak yıldızlar arasında ona bir yer verdi.
Günümüzde zerafet, sevgi ve keyifle ilişkilendirilen Venüs tam 8 y.y. boyunca dünyayı dehşet saçan ve insanlığa azap çektiren "düşen" sabah yıldızı, yani Lüsifer olarak korkutmuştur. Hatta ünlü İngiliz şair Milton, Paradise Lost adlı epik şiirinde Dünya'nın eksenindeki 231/4 derecelik eğikliğin, "Adem'in Düşüşü"nden sonra, kendisinin itaatsızlığını cezalandırmak üzere melekler tarafından oluşturulduğunu yazmıştır. Burada açıkça Dünya ile Venüs arasındaki bir çarpışmaya değinilmektedir ve şu anda bir hipotez olan bu efsanenin kızılderililerin Venüs'ü yatıştırmak amacıyla insan kurban etmelerine yol açtığı da bilinmektedir. Buna göre İ.Ö.767 yılında Mars ile arasında olan bir çarpışma Venüs'ü Güneş çevresinde hemen hemen dairesel bir yörüngeye oturtmuş ve böylece tüm tehlike ortadan kalkmıştı. Ancak bu kez, çarpışmanın şokundan dengesini kaybeden Mars Dünya için muazzam bir tehdit haline gelmişti ve İ.Ö.687 yılında Dünya'da daha büyük yıkımlara neden olmuştu. Çeşitli dinlerin kayıtlarına göre Mars bugünkü yörüngesine oturana kadar yüzyıllar geçmiştir. Velikovsky'nin de ortaya koyduğu savlar ve dayandığı tüm kaynaklar da söz konusu olunca, bu, ilginç bir hipotez haline gelmektedir.
Eski Meksikalılar Venüs'ten çok korkarlar, onun ölümcül hastalıklar taşıdığına inanırlar ve ışınlarından korunmak için şafaktan önce camlarını kapatırlardı. Maya'lara göre Venüs Güneş'in ağabeyi idi ve uzun bir sakalı vardı. Maya ve Azteklerde Venüs yeniden doğum kadar ölümün de sembolüydü ve Aztek tanrısı Quetzalcoatl'da kişileşmişti.
Astroloji ve tüm inisiyatik disiplinlere damgasını vurmuş olan Pisagor'a göre Venüs hiçbir uydusu bulunmadığı için Dünya'yı evlat edinmiş ve Dünya'nın ruhsal öğretmeni olmuştur.
"Düşüş"den önce Dünya'nın ışık taşıyıcısı olan Lüsifer, yani Venüs, Kalde edebiyatında her zaman "Yüksekteki Elohim (çoğul bir kelime olup, İbranice Tanrılar anlamındadır)" ile ilişkili görülmüştür.
Afrika'da bir kabile olan ve Sirius yıldızı ve Sirius sistemi ile ilgili en detaylı bilgileri modern astronominin keşiflerinden yüzyıllarca önce bilen 'Dogon'larda ise Venüs'ün muhtelif pozisyonları oldukça geniş bir alanda taş dikmeler, mağaralardaki bazı düzenlemeler ve çeşitl altarlar ile gösterilmiştir. Dogonlar Venüs için "Güneş etrafında yavaş yavaş dönerken Jüpiter Venüs'ü izler" şeklinde bir ifade kullanıyorlardı. Venüs'ün pozisyonları Dogonlarda bir takvim oluşturmuştur. Aslında Dogonlarda üçü ayinsel olan dört farklı takvim vardır; Güneş, Venüs, Sirius takvimleri ve bir de tarımsal faaliyetler için kullanılan Ay'la ilişkili Lunar takvim.
Pliny Historia Naturalis adlı kitabında Venüs için şöyle demektedir: "Dünya üzerindeki her şeyin doğumuna Venüs'ün etkisi sebep olur. Venüs her iki doğuşunda da genital bir çiğ saçar ve bunlarla sadece Dünya'nın doğurgan uzuvlarını doldurmakla kalmaz, ayrıca hayvanlarınkini de uyarır."
Fakat tüm bunlara karşın Budist rahipler Venüs'e ilişkin olumlu ve romantik görüşleri aşağılayarak "shakra" adını verdikleri Venüs'ü bedensel zayıflıklara, miyopluğa ve yüksek ateşle ortaya çıkan hastalıklara sebep olmakla suçlarlar.
Bir diğer ilgi çekici husus da 584 gün olan Venüs'ün bir sinodik yılının Dünya'nın doğu ve batısında yaşayan değişik kavimlerce bilinmesidir. Venüs'ün 5 sinodik yılı 2.919,6 güne eşittir. Jül Sezar 3651/4 günden oluşan bir takvim geliştirmişti. Sezar takviminin 8 yılı 2.922 güne eşittir. Böylece Venüs takvimi ile Sezar'ın takvimi arasında sadece 4 yılda 1 günlük fark mevcuttur. Yüzyıllar önce bu durumun farkında olan Yunanlılar bu ektra günü Venüs-Athena'ya adadıkları olimpiyat oyunları ile kutlarlardı. (Bugün kullanılan takvimdeki artık yılların temeli de buradan kaynaklanır.)
Hz. İsa'nın kendisini "Parlak Sabah Yıldızı" yani Venüs olarak tanımladığını bir önceki yazımızda belirtmiştik. En beklenmedik yerlerde karşımıza çıkan Venüs Kuran'da da Târık Suresinde karşımıza çıkıyor. Târık aynı zamanda Venüs için kullanılan bir isimdir.
Astrolojinin ortaya çıkışında bu denli önemli olan Venüs kehanete yönelik astrolojinin de ortaya çıkışında önemini arttırarak korumuştur. Çünkü kehanet astrolojisi Sümerlilerin Venüs'ün hareketlerini ve Güneş-Ay tutulmalarını matematiksel olarak hesaplayabilmelerinden itibaren başlar. Birkaç örnek verelim:
1) Nergal (Mars) Marduk'a (Jüpiter) yaklaştığında, o yıl Akkad Kralı ölecek ve ülkedeki mahsul bereketli olacak.
2) Marduk Nergal'in önünde durduğunda tahıl olacak ve insanlar veya büyük bir ordu katledilecek.
3) Marduk Isthar'la beraber hareket ettiğinde ülkede insanların duaları tanrıların kalplerine ulaşacak.
Mezapotamya'daki değişik ırklara, değişik kavimlere ilişkin kafa karışıklığını ortadan kaldırmak için oradaki durumu kısaca açıklamakta fayda görüyoruz. Babilliler ve Asurlular, Sümer kültüründen çok şey almışlar ve Mezopotamya kültürünün esas temelini oluşturmuşlardır. Sümerlilerin asıl lisanı zamanla yerini Akad diline bırakmıştır. (Akad dili semitik bir lisandır ve semitik olmayan Sümerce ile aralarında linguistik açıdan hiçbir bağ yoktur.) Sâmi ırka mensup Akadlar ile Sâmi olmayan Sümerliler zaman içinde karışarak İngiltere'deki Normanlar ve Anglo-Saksonlarda olduğu gibi bir sentez ortaya çıkartmışlardır. Sâmi ırkın bir kolu olan İbraniler de bu Sümer-Akad coğrafyasından ortaya çıkmışlardır.
Aslında bazı görüşlere göre astrolojinin yaşının Mezopotamya uygarlığından daha da büyük olduğu iddia edilegelmektedir. Örneğin, astrolojinin Adem'e vahiy yoluyla öğretildiğini, insanların tufandan çok önceleri bilim, sanat ve özellikle astroloji öğrenmiş olduklarını iddia eden Musevi tarihçi Josephus'a göre Hz. İbrahim astrolojiyi Kalde'de öğrenmiş ve daha sonra Mısırlılara öğretmiştir. Eski Ahit'te Jehowah, Kalde'deki Ur şehrinden
ayrılan İbrahim'e, gelecekteki İbrani nesilleri hakkında konuşulurken, "yıldızlara bakmasını" söylemiştir. Araştırmacıların gözünden kaçmayan bir başka husus da, Eski Ahit'in astronomik konularla bezeli oluşudur. Gerçekten de, örneğin, Mezmurlar ve Eyüp bölümlerinde Pleiades (Ülker veya Süreyya takım yıldızı) ve Orion sistemine atıflar vardır; (Eyüp 9/9) "Dübb-i Ekber'i (Büyük Ayı) Orion yıldızı ile Ülker burcunu (Pleiades) ve Cenubun odalarını (Canis Major-Sirius) yaratan O'dur", (Eyüp 38/31-33) "Ülker burcunu bağlayabilirsin, yahut Orion'un bağlarını çözebilir misin? Mevsimlerinde burçlarını çıkarabilir misin? Ve oğulları ile beraber Dübb-i Ekber'e yol gösterebilir misin? Göklerin kanunlarını bilir misin? Onun hükümetini yeryüzünde kurabilir misin?" Tevrat'tan birkaç örnek daha verirsek, Yusuf kendini ve erkek kardeşlerini, Yakup ise 12 torununu 12 burç takım yıldızları ile ve bazı gezegenlerle ilişkilendirir ve kıyaslar. Hatta Yakup, takım yıldızlar ile torunlarını kutsar.
Mezopotamya'da gök cisimlerinin hareketleri kralların, mabetlerdeki majların ve halkın, yani hemen herkesin temel uğraşısı haline gelmiştir. Tabii ki burada amaç savaş-barış, kıtlık-bolluk ve ölüm gibi günlük hayata dair olayların zamanlarını ve sonuçlarını önceden bilmektir, ve bu amaca hizmet eden tabletler halindeki listeler, mühürler, tablolar, deyim yerindeyse "dağ gibidir". Bu materyallerin çoğunu bugün British Museum'da ve Paris Louvre'da görmek mümkündür.
M.Ö. ilk 1000 yıla ilişkin yüzlerce metni analiz eden ve derleyen R.C.Thompson "The Reports of the Magicians and Astrologers of Nineveh and Babylon" adlı kitabında söz konusu tabletlerden şöyle bir örnek aktarıyor; "Ay hesaplanan zamanda görünmez ise güçlü bir şehir istila edilecek demektir. Bir kuyruklu yıldız Güneş'in yoluna erişirse toprak akışı azalacak, iki kez bir gürültü kopacaktır. Jüpiter Venüs ile birlikte gittiğinde ülkenin duaları tanrıların kalbine erişecektir. Eğer Güneş Ay istasyonunda durursa ülkenin kralı tahtında sağlam olacaktır."
Bu yazıtlarda dikkati çeken en önemli husus, o dönemde tek tek kişilere değil, toplumun geleceğine ilişkin tahminlerin ön planda olmasıdır. Bu tahminlerde gezegenlerin konumlarını gösteren bir çeşit gökgünlüğünün iki farklı yöntemle hesaplandığı Prof. George Sorton tarafından belirtilmiştir. Fakat ilginçtir ki, daha eski olan Ur sistemi daha yeni olan Babil sisteminden daha gelişmiş bir sistemdir. Ayrıca, Akkad, Hurri, Hitit, Babil ve Asur kökenli tabletler, konuyla ilgili Sümerceden alınmış sözcüklerle doludur. Asur kralı Asurbanipal'ın zamanında (M.Ö.668-631) Ninova'daki kütüphanesinde olduğu söylenen astronomik ve astrolojik içerikli 25.000 adet tablet de (bunların yaklaşık 4000 kadarı kehanet içerir) hep bu Sümer kökenine işaret eder. Ayrıca Babillilerin meşhur "Rabbin Günü" isimli astronomik tablet dizisinin Akkadlı Sargon zamanında (M.Ö.3000 civarı) yazılmış olan bir Sümerce kaynaktan kopya edildiği bilinmektedir. Yine aynı tarihlerde (Ur'un 3. hanedanlığı zamanı) oluşturulduğu tahmin edilen bir başka kaynak ise çeşitli takım yıldızların tasnifi ile ilgilidir.
Sabit Yıldızları gezegenlerden ayırıp, bunların tanzimini yapabilen, tutulmaları önceden hesap edebilen, gezegenlerin geri gitme hareketlerini bilen Mezopotamyalılar prosesyon hareketini, yani ekinoksların kaymasını ve 25.920 yıla tekabül eden "büyük kozmik yılı" da biliyorlardı. Hatta Prof. Langdon, M.Ö.4400'lerden 2160 yıl önce meydana gelmiş olan ekinoks kaymasını, daha doğrusu ekinoksun burç değiştirmesini ve buna ilişkin detaylı bilgileri de içerdiğini belirtmiştir. Esasında astronomik ve astrolojik bilgilerin yanısıra bugün kullanılmakta olan takvim ve daha önce kullanılmış olan Nippur, yani "Enlil'in Merkezinin" takvimidir.Ayrıca bir görüşe göre Yahudi takvimi, Nippur takvimi referans alınarak oluşturulmuştur. Örneğin (M.S.) 1990 yılında Yahudi takvimi 5750 yılını gösterir ve M.Ö.3760 olan Nippur takvimindeki belli bir başlangıç noktasından itibaren sayılmıştır.
Söz konusu takvimde içerik olarak bulunan prosesyon olgusunun ise tüm Mezopotamya kaynaklı tabletlerde kayıtlı oldukları Prof. Jeremias tarafından bulunmuştur. Ekinoksların Boğa'dan Koç'a ve oradan Balık'a geçişleri tüm bu tabletlerde ayrıntılı olarak yer almaktadır.
Astronomik açıdan daha başka bağlantıları içeren tabletler de vardır. Prof. Willy Hartner, "The Earliest History of Constellations in the Near East" adlı kitabında, Sümer tabletlerinde Boğa-Aslan çekişmesini gösteren motifler olduğunu ve bunun o sıralarda ekinoksun Boğa'da, yaz dönümünün ise Aslan'da olmasından kaynaklanabileceğini söyler. Aslan aynı zamanda eski Babil frizlerinde sık sık astronomik şeytanı tasvir etmek için kullanılmıştır. Bir başka bağlantı içeren tabletler de üzerlerinde Boğa ve Akrep şekillerinin bulunduğu Sümer mühürleridir. Sümerlilerin "Güneş Kültü" ile de bağlantılı olduğu düşünülen bu sembolizmin ekinoksta Boğa burcunda doğan Güneş'in sonbaharda Akrep burcunda batmasıyla ilişkili olduğu aşikardır. Bu tabletlerde kayıtlı olan ekinoks noktası, prosesyon hareketi gibi olgulara ilişkin bilgiler Sümer uygarlığının başlangıç tarihi hakkında da ipuçları verirler, çünkü Sümerlilerin tasnifindeki ilk takım yıldızının Boğa olması ve Sümer Zodyakındaki ekinoks noktasının Boğa ve İkizler arasında bir yerde bulunması, bu uygarlığın ekinoks İkizler burcunda iken başladığını çağrıştırmaktadır. Bu konudaki detaylar Prof. Jeremias'ın "The Old Testament in the Light of the Ancient East" adlı kitabında incelenmiştir.
Bali Malkoç