Değerlendir:
  • 18 Oy - 2.39 Yüzde
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5

Astrolojinin Tarihsel Gelişimi
Yazar Mesaj
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #11
Cvp: Astrolojinin Tarihsel Gelişimi / Eski Çağlar
Roma Döneminde Astroloji Uygulamaları


Roma İmparatorluğu sadece Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın bütün Akdeniz Bölgesi’nde engellenmeden yayılmasını mümkün kılmakla kalmamış, tüm diğer dinlerin ve doğal olarak astrolojinin de her coğrafyaya kolayca ulaşabilmesini sağlamıştır.

Roma Dönemi’nde astroloji, çok yönlü ve karmaşık bir görüntü ortaya koymaktadır. Mezopotamya ve Mısır’da, astroloji yalnızca yöneticilerin yanında danışman olarak bulunan rahiplerin görev alanındaydı. Halktan kişilere de ulaşabilen bir astroloji ancak yavaş yavaş gelişebildi. Horoskoplar artık yalnızca krallar ve önemli devlet işleri için değil, kişiler için de üretiliyordu. Bir kişinin hayatını, evliliğini, zenginliğini veya fakirliğini, ölüm şeklini kapsayan tahminler artık hayat yolundaki tüm önemli sahneler için üretiliyordu. Daha önce, bilinen en eski horoskopun Roma öncesi bir tarihe ait olduğunu, İ.Ö. 410 yılında Mezopotamya’da üretildiğini belirtmiştik. Astrolojinin birey ölçeğine inmesi, kimi az kimi çok yetenekli pek çok astroloğun işlerini karlı bir gelir kaynağına yöneltmelerini sağladı.

İ.Ö. 200 dolaylarında, astroloji diğer maji sanatlarıyla birlikte, popüler olma konusunda çok büyük bir hamle yapmış, bunu özellikle de Roma halk dini çerçevesi içinde gerçekleştirmiştir. Pek çok Romalı yanlarında günün hangi saatlerinin hangi aktiviteler için uygun olup hangileri için uygun olmadığının yazılı olduğu küçük papirüs yaprakları taşıyorlardı. Sağlıkla ilgili konular olduğu kadar kuaföre gitmek gibi sıradan işler bile astrolojiyle belirleniyordu. Her şey, belirli bir eylem için belirli bir günün veya saatin uygun olup olmadığına bağlıydı. Bunun arkasında ise, her gün ve saatin ait oldukları gök cisimlerinin tanrıları tarafından yönetiliyor oluşları vardı. Dolayısıyla, örneğin “astrolojik olarak doğru seçilen” bir doktor randevusu, o anda aktif olan tanrılar tarafından desteklenecek, iyi geçecekti. Diğer yandan astrolojik olarak yanlış seçilen bir randevu tarihi ve saati ise, o tarihe/saate denk gelen tanrıların o kişinin amacına karşıt yönde etkide bulunmasına yol açacaktı.
Roma İmparatorluğu’nun incelendiği bilimsel derslerde astroloji hararetli tartışmalara konu olmuştur. Her şeyden önce, İ.Ö. 156 yılında Roma’ya büyükelçi olarak gelen ve uygulamalı astrolojiye şiddetle karşı çıkan Atinalı filozof Carneades bu konuda bir fırsat sunmuştur. Carneades’in savunduğu en önemli noktalar şunlar olmaktadır:

Gök cisimleri, etkide bulunmak için dünyadan çok uzakta bulunmaktadırlar.
Aynı tarihte doğan çocuklar tamamen farklı hayatlar sürmektedir. (bu konuda şöyle bir örnek vermektedir; Homeros doğduğunda diğer pek çok kişi daha dünyaya gelmiş ama hiçbiri ne şair ne de ünlü olabilmiştir)
Bunun aksi olarak da farklı horoskoplara sahip pek çok kişi kitleler halinde felaketlerde ve savaşlarda aynı anda ölmektedir.

Gök cisimlerinden gelmekte olan ve bir kişinin doğum anında nefesiyle içine aldığı ve onun karakterini belirleyen ince akışkan, kişilerin doğduğu yerlerin farklı oluşları nedeniyle meydana gelen farklı hava koşulları ile değişime uğramakta ve dolayısıyla da gök cisimlerinin etkileri farklı kişilerde tamamen farklı olmaktadır.
Söz konusu dönemde bilginler arasında pek çok kişi bu iddialardan etkilenmiş ve yıldızları temel alarak kesin tahminler üretme olasılığına inanmamışlardır. Yine de, aristokratların büyük çoğunluğu astrolojinin dünya görüşüne ve belirli bazı astroloji uygulamalarına olan inançlarını korumuşlardır. Peki bu nasıl açıklanır?
Tüm gökleri ve yeryüzünü yaratan tanrılara olan inanç sarsılmamıştı ve hatta Carneades bile onların varlığından şüphe etmiyordu. Gök cisimlerinin dünya üzerindeki esaslı etkisi de su götürmezdi; tıpkı Carneades’in dördüncü tezinin gösterdiği gibi. Her kişinin kaçamadığı bir kaderinin olduğu da muhakkaktı. Pek çok filozof da bunu bu şekilde açıklamıştır. Her bir kaderin işleyişinden astrolojiden bağımsız olarak sorumlu olan üç tanrıçaya Yunan’da “Moirae” ve Latin’de “Parcae” denilmektedir. Dolayısıyla tartışılan astrolojik dünya görüşü değil, daha çok her bir olay için kesin tahminler yapmanın mümkün olduğu düşüncesiydi.


Gaius Julius Caesar (İ.Ö. 100-44), kabaca tahminleri reddeden bu “dönemin eğitimli astrologlarına” ait astroloji için bir örnek oluşturmuştur. Sözkonusu tahminler konusunda Caesar (Sezar) da şüpheciydi, dolayısıyla da falcılardan gelen pek çok uyarıyı dikkate almamıştı. Dikkate almadığı uyarılara, efsaneye göre Mart’ın on beşinde hayatına kastedecek bir saldırıya maruz kalacağını bildiren bir kehanet de dahildi ve Caesar (Sezar) gerçekten de böyle bir saldırının kurbanı olmuştu. Diğer yandan Caesar (Sezar), Venüs gezegenine ve tanrıçasına tapınıyor ve kendi ailesinin bu gezegenden dünya üzerine enkarne olduklarını iddia ediyordu. Öldükten sonra Venüs Gezegeni’ne yükseleceği söyleniyordu. Ayrıca Sezar, zodyağın Venüs Gezegeni’ne ait olan “Boğa” burcundandı ve bu burcun sembolünü hanedan figürü olarak Roma’nın sembolü haline getirmiştir. Kral Augustus da kendi burcu olan “Oğlak” burcu için bunun bir benzerini gerçekleşmişti. Sezar’ın ölüm yılı olan İ.Ö. 44 yılında ortaya çıkan kuyruklu yıldız da benzer şekilde politika alanında tanrılardan gelen bir işaret olarak yorumlanmıştır.

Daha sonra gelen kralların tümü astrolojiyi az ya da çok takip ediyorlardı. Pek çoğunun, özellikle toplumdaki nüfuzlu ailelerin çocuklarının horoskoplarını çıkaran ve değerlendiren astrologlardan oluşan birer ordusu vardı. Bu kralların bazılarıysa bunun tam tersine, astroloji uygulamalarını Roma sınırları içerisinde birçok kereler yasaklamışlar, hatta pek çok astrolog bu nedenle Roma’yı terk etmeye zorlanmıştır. Bununsa çeşitli nedenleri vardı. Özellikle kralların güç kaybetme korkusu bunda çok etkiliydi. Astrologlar bir kralın ölüm tarihlerini basit bir çalışmayla tahmin edebiliyor, veya kralın varisi olacak bir rakibini ortaya çıkarıp bunu yıldızların kaderiyle doğrulayabiliyordu.

Yeni Ahit’ten bununla ilgili bir olayı örnek olarak verebiliriz; evangelist Matta “doğudan gelen üç magiden” bahseder; sözkonusu üç magi, Kral Herod’dan önce davranarak Yahudilerin yeni doğan kralını görmek için gelmişlerdir çünkü onun yıldızını görmüşlerdir. Herod bu yeni doğan kraldan korkmuş ve tüm yeni doğan erkek bebekleri öldürtmüştür. [38] Tüm krallarda bu korku yer bulmuştur. Astrologların gücünü bilen krallar onların kehanetlerinin gücünden de emindiler.
Başarısız olduğu açık olan tahminlerin yanı sıra, olağanüstü başarılı tahminler de sürekli olarak bildiriliyordu. Kral Domitian başlangıçta astrolojiye karşıydı ancak bunun nedeni henüz genç yaştayken ona erken ve kaza sonucu gerçekleşecek olan ölümünün bildirilmesiydi. Bu onu bir astroloğa, astroloğun kendisinin ne şekilde öleceğini sormaya teşvik etmişti. Astrolog ise ona köpekler tarafından parçalanacağını söylemişti. Domitian, astroloğun tahminini boşa çıkarmak için hemen o anda boynunu vurdurup yakmıştı. Ancak yaktığı kazık birden devrilmiş ve astroloğun cesedi yere düşerek üzerine üşüşen köpeklerin saldırısına uğramış ve onu paramparça etmişlerdi. Domitian bu olaydan sonra astrolojinin ciddi bir takipçisi olmuştur.

Politikada olduğu gibi günlük hayatta da astroloji çok önemli bir yer tutuyordu. Peki geç antik dönemde bilim ve felsefenin astrolojiye karşı duruşu nasıldı?
Halk arasında oldukça yayılmış olan yıldızların yüzeysel bir şekilde yorumlanması bazı şairlerin alaylarına konu olmuştur. Şair Ennius, diğerlerine zenginleşmek için tavsiyelerde bulunurken kendileri asla zenginleşemeyen astrologları eğlence konusu olarak seçerken, diğer şairler; Petronius ve Lucilius hiçbir zaman gerçekleşmeyen kesin ölüm saati kehanetleriyle alay etmektedir.
Astrolojinin dünya görüşü ve daha genel tutulan kehanetler göz önüne alındığında her şey oldukça farklı görülmektedir. Burada, doğal bilimler olduğu kadar felsefe ve din de, temel olarak astrolojiden şüphelenmemek için yeterli malzeme sunmaktadır. Sadece dinler değil, doğal bilimciler ve filozoflar da kozmosu ve dünyayı “bir ruha sahip” olarak görmüşlerdir. Her şeyin içindeki ruh gök cisimlerine olan gizemli bağlantıyı da makul hale getirmiştir. Dolayısıyla, bu cisimlerin etkisinden bir filozof veya bir bilim adamı nadiren şüphelenir. Yıldızların etkisini daha genel olarak görerek gök cisimlerinin bazı eğilimlere neden olduğunu veya sadece bu eğilimlere “işaret ettiğini” farkederek astrolojiyi sadece bir fal bakma eyleminden ayırmışlardır. Hepsinden öte, her bireyin nedenlerine bağlı olarak yıldızların etkilerine direnebileceklerini göstermek onlar için önemliydi.
Geç antik dönemin sonuna kadar bahsettiğimiz bu “eğitimli” astrologların arasında sadece Roma Hükümdarları değil, filozof ve şairlerin büyük çoğunluğu da bulunmaktaydı; dolayısıyla örneğin siyaset adamı olan Cicero, Neo Platoncu filozof Plotinus, şair Virgil, Ovid ve Horace de onların arasındaydı. Marcus Manilius (aynı çağın yaklaşık olarak başlangıç döneminde) ve Cladius Ptolemy (İ.S. 100-178) eğitimli astrolojinin temsilcileriydiler. Cladius Ptolemy’nin astroloji alanında yazdığı “Tetrabiblos”, önceki yüzyılların astrolojisini modern çağa uygun hale getirmiştir ve bu çalışma modern astrolojinin standart bir çalışması olarak kabul edilmektedir.[39] Marcus Manilius ise bizlere varolan en eski astroloji ders kitabı olan “Astronomica”yı kazandırmıştır. Astronomica, Hıristiyan takviminin yaklaşık olarak başlangıç döneminde yazılmıştır. *Manzum bir eser olmasına (*Şiir niteliğinde) rağmen sistematik olup kozmosu astroloji yasaları ile birlikte ilahi bir düzen olarak stoacı bir anlayışla açıklar.[40] Roma İmparatorluğu döneminden diğer önemli bazı astrologlar Teucros, Antiochos, Nigidius Figulus, Dorotheos, Manetho, Vattius Valens, Firmicus Maternus, Paulos Alexandrinos, Hediodoros,Thebes’li Hephaiston ve diğerleri olmaktadır.
Geç antik dönem astrolojisi, “halk tipi” ve “dönemin entelektüellerine özgü türde” olmak üzere kapsadığı iki farklı çizgisiyle sadece tüm önceki ortaçağlar boyunca ve yedinci yüzyıl astrolojisi için değil, çağdaş astroloji için de model olmuştur. Her iki geleneğin de temelini *Helenistik Vulgata’da (*bkz. Astroloji, Din ve Bilim, “Mısır” konu başlıklı bölüm) yazılanlar belirlemiş olduğundan sözkonusu bilgiler Hermes Trismegistos’a ve Nechepso-Petosiris’e kadar izlenebilmektedir. Ayrıca, geç antik dönem astrolojisinde pek çok Babilli astroloğun etkisi de mevcuttur. Bunlardan Marduk rahibi Berossus’un [41] özel bir önemi vardır; belirgin olmayan bir geleneğe sahip olan Berossus’un Kos adasında bir astroloji okulu kurduğu tahmin edilmektedir.

Burada kısaca astrolojinin ortaçağlarda nadiren değişen bir formda varlığını sürdürdüğünden bahsedilmelidir. İ.S. VI. yüzyılda, Rhetorios Bizans İmparatorluğu’nda astrolojik geleneğe dair bilgi derleyen bir kişi ve özellikle de Mısır-Helenistik çizgisinin takipçisi olarak ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan Ortaçağ Astrolojisi’ne dair önemli bir itici güç de, çeşitli Arap Astrologlar tarafından ortaya konmaktadır; sözkonusu astrologlar sonradan İslami kurallar altında “*dünyevi” astrolojiyi geliştireceklerdir. (*bu astroloji türü meteorolojik ve sosyal olayları içermektedir) 762 yılında Yahudi iken Müslümanlığı seçen astrolog Messahalla, Bağdat’ın kuruluş tarihini belirlemiştir. İ.S. sekizinci yüzyılda, Al Kindi ve müridi Abu Mashar ortaya çıkmaktadır. Onlar da dünyevi sorunlarla; önemli politik olaylar ve tüm insanlığı ilgilendiren gelişmeler hakkında bilgi veren “Büyük Kavuşumlar” ile ilgilenmişlerdir.[42] Ortaçağ astrolojisi, özellikle Toledo ve Salamanca’da öğretilen Arap Bilimi yoluyla Bizans ‘a ilave olarak Avrupa’nın kalbine ulaşmakta ve Rönesans’la birlikte yeni bir parlayışı deneyimlemektedir. Astrolojinin Ortaçağda ve erken modernitede bilim, felsefe, teoloji ve toplumla yüzleşmesi, Patrick Curry ve Paola Zambelli’nin hazırladığı iki ciltlik bir derleme çalışmada işlenmektedir. [43]

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
09-23-2008 05:33 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #12
Cvp: Astrolojinin Tarihsel Gelişimi / Eski Çağlar
ASTROLOJİ TARİHİ

[Resim: tarihwx61sa1.jpg]

Astrolojiye ilişkin ilk referanslar her ne kadar Mezopotamya kökenli ise de, Ay'a ait ilk gözlemler Paleolitik ve Mezolitik çağ Avrupasına kadar uzanır. Buna örnek olarak Megalitik bir site olan ünlü Stonehenge'i verebiliriz.

Bu tür sitelerin yapımında Güneş'in, Ay'ın hareketleri, ekinoks noktaları, sabit yıldızların konumları gibi oldukça ileri astronomik hesaplamalar kullanılmıştır. Bu noktada bazı araştırmacılar daha da ileri giderek o zamanlar Venüs takvimi kullanılmasından ve bazı mitolojik hikayelerden yola çıkarak ilk astrolojik bilgilerin Güney Amerika'da Titikaka gölü civarından çıktığını ve hatta bu konunun tarih öncesi devirlerde oldukları ileri sürülen Atlantis ve Mu kıtalarına kadar uzandığını ve astrolojik-astronomik bilgilerin kaynağının dünya dışı kökenli olduklarını iddia etmişlerdir. Bunlar, tabii ki, şimdilik birer "hipotez" durumundadırlar.


[Resim: stonehengema92wz8.jpg]

Eski mabetlerde (Mezopotamya, Mısır, Çin) yapılan çalışmaların içinde astronomik gözlemlerin yeri çok önemliydi. Hatta bazı mitolojik öykülerin (Herkül ve Altın Post gibi) çıkış noktası Güneş'in Zodyak kuşağı boyunca ilerlemesidir. Ayrıca Mısır hiyeroglifleri, Kalde çivi yazısı ve eski Çin alfabesindeki bazı karakterlerin bazı takım yıldızların şekillerinde olmaları da çok ilginçtir.

Astrolojinin Mezopotamya'daki gelişimini incelemeye bilinen en eski astrolojik doküman olan ENUMA ANU ENLİL isimli antik Babil tabletini kısaca gözden geçirmekle başlamakta yarar vardır. Tabii ki burada bir parantez açarak akademik çevrelerin belirli standartlara göre kabul gösterdikleri en eski astrolojik doküman demek gerekir. Yoksa, örneğin, Mısır'da ortaya çıkartılmış en eski "Yıdız Tabloları", M.Ö. 4200 yıllarına kadar eskilere gider. Kuşkusuz bunun dışında farklı görüş ve iddialar da vardır.

[Resim: tabletny13yo8.jpg]


Enuma Anu Enlil'in yazılış tarihi MÖ.1700 senelerine değin uzanır. Ayrıca belirtmekte yarar var ki, Akad kralı Sargon'un (MÖ.2334-2279) ve Ur kralı Ibi-Sin'in (MÖ.2028) Babil öncesi Sümer devirlerine ait iki adet astrolojik doküman bulunmakla birlikte, bunlar araştırmacılar tarafından oldukça ilkel ve yetersiz bulunmuşlardır.

Anu göğün tanrısı, Enlil ise yeryüzünün tanrısı anlamındadır. Dolayısıyla "Enuma Anu Enlil" (yeryüzü ve gökyüzü tanrılarının kitabı) eski Babil dilinde yeryüzü ile gökyüzünün birbirleriyle olan çok sıkı bağlantılarını işaret eden bir isimdir.

Tabletin içerdiği kehanetlerde 584 gün olan Venüs döngüsü, yani Venüs'ün ufuk çizgisinde ilk göründüğü ve kaybolmadan önce son göründüğü zamanlar, referans olarak büyük ölçüde kullanılmıştır. Venüs bu tür bir döngüyü tamamlayıp gökyüzündeki orijinal (başlangıç) yerine 584 günde döner. Doğuda son göründüğü noktada Dünya'ya çok yaklaşır ve kaybolur. Yaklaşık iki ay sonra bu defa batıda görünmeye başlar. Batıda yaklaşık sekiz ay görünmeye devam eder, sonra tekrar kaybolur, ve yaklaşık iki hafta sonra tekrar doğuda görünerek döngüyü tekrar başlatır.

Söz konusu tablette hem kehanetler hem de gözlemler yer almaktadır. Örnek olarak aşağıdaki metni okuyabilirsiniz:

Arahsamna ayında, 11 inci günde, Venüs doğuda kayboldu. İki ay...gün gökyüzünden uzak kaldı. Tebeti ayında, ....günde, batıda görünmeye başladı: bu yılın hasatı bol olacak.

Tabletin Babil kralı Ammisaduqa zamanında yazılması ve büyük ölçüde Venüs'e endeksli olması nedeniyle tablete akademisyenler arasında "Ammisaduqa Venüs Tableti" dendiği de olur.


[Resim: enumanuenlilea94js1.jpg]

Ammisaduqa Venüs Tableti (British Museum'da)


Bu arada, daha önce belirttiğimiz üzere Güney Amerika gibi coğrafi açıdan Ortadoğu'dan oldukça uzak bir yerde de Venüs takvimi kullanılması ve ayrıca İncil'de Hz.İsa'nın kendisi için "Ben Davud'un kökü ve zürriyeti, Parlak Sabah Yıldızıyım (Venüs)". gibi bir ifadede bulunması da Venüs'e verilen önemin yoğunluğunu vurgulamak açısından ilgi çekicidir.

Tekrar Mezopotamya'ya dönersek MÖ.317 yılına kadar ki 400 yıllık zaman diliminde Babil'den gözlemlenebilen tüm ay tutulmalarını gösteren tabletler bulunmuştur. Ayrıca astronomi ile ilgili ilk tabletin tarihi MÖ. 8. y.y.a kadar gider. Günlük astronomik gözlemleri içeren gökgünlüğü tabletlerinin sayıları 4. y.y.dan sonra artış gösterir ve buna paralel olarak daha gelişmiş ve karmaşık bir matematiksel astronomi gelişir. Özellikle Babil'deki basamaklı piramit biçimindeki tapınak kuleleri olan "ziggurat"ların oldukça yüksek olmalarının astronom-astrologların gözlemlerini bir hayli kolaylaştırdığı da bilinmektedir.

Öncelikle Ay'ın günlük hareketlerinin gözlemlenmesi ve evrelerinin tesbitinden sonra, Güneş'in hareketlerini (tabii ki jeosantrik açıdan -dünya merkezli- bakıldığı için hareketli gözüküyor), takım yıldızları nirengi noktası alarak izlemişlerdir. Bunun yanı sıra çıplak gözle takip edilebilen 5 gezegeni de (Merkür, Mars, Venüs, Jüpiter, Satürn) gözlem altına almışlardır. Bu noktada her bir gezegen Babil Panteonundaki bir tanrı ile eşleştirilmiştir. Örneğin Sin: Ay tanrısı, Şamaş: Güneş tanrısı, İştar: Venüs -Cennetin kraliçesi, Nergal: Mars -Ölülerin Efendisi, Ninurta: Satürn -Mars'ın kardeşi ve Marduk; Jüpiter -Babil'in kurtarıcısıydı. Panteondaki tanrılarla gezegenlerin eşleştirilmelerinden itibaren astrolojik sembolizm açıkça ortaya çıkmaya başlamıştır. Ayrıca derecelendirilerek 12 eşit parçaya bölünen ilk bilinen zodyak tableti MÖ.419 yılına ait olmasına rağmen, 12 burca ait özellikleri içeren bir çeşit zodyak şeması da MÖ. 6 y.y. tarihli Kambis tabletlerinde yer almıştır.

Mezopotamya'da Anu (gökyüzü), Enki (yeryüzü-su) ve Enlil (hava-rüzgar-tarım-gök)'in getirdiği en yüksek üçlemeden sonra, Güneş tanrısı Utu, Ay tanrısı Nanna ve "Parlak Yıldız" tanrısı İnanna (Venüs) Sümer mitolojisindeki en önemli "kutsal astral üçleme"yi oluştururlar. Sümer mitolojisinin köşe taşlarından biri olan Venüs'e Babilliler bir önceki yazıda belirttiğimiz gibi Parıldayan Kraliçe "Isthar" diyorlardı.

Yunanlılar ise Sevgi ve Aşk tanrıçası Aphrodite olarak bilinen Venüs'e ayrıca Phosphorus ve Hesperus, yani sabah ve akşam yıldızı olarak tapmışlar ve kendi hamileri olan bakire tanrıça Athena olarak da kişileştirmişlerdir. Venüs Hindular için tanrıça Lakshimi, Çinliler için ise güzel Beyaz Kişi anlamındaki Taipe'dir. Venüs hemen tüm yörelerin ve uygarlıkların mitolojilerinde çok önemli bir yere sahiptir. Mars ile Venüs'ün oğlu Aeneas gökte annesini izleyerek Dido'nun kucağına, oradan da İtalya'ya inmişti. Aeneas'ın neslinden gelen Romulus Roma'yı kurdu; yüzyıllar sonra Venüs kendi soyundan Jül Sezar'ı alarak yıldızlar arasında ona bir yer verdi.


Günümüzde zerafet, sevgi ve keyifle ilişkilendirilen Venüs tam 8 y.y. boyunca dünyayı dehşet saçan ve insanlığa azap çektiren "düşen" sabah yıldızı, yani Lüsifer olarak korkutmuştur. Hatta ünlü İngiliz şair Milton, Paradise Lost adlı epik şiirinde Dünya'nın eksenindeki 231/4 derecelik eğikliğin, "Adem'in Düşüşü"nden sonra, kendisinin itaatsızlığını cezalandırmak üzere melekler tarafından oluşturulduğunu yazmıştır. Burada açıkça Dünya ile Venüs arasındaki bir çarpışmaya değinilmektedir ve şu anda bir hipotez olan bu efsanenin kızılderililerin Venüs'ü yatıştırmak amacıyla insan kurban etmelerine yol açtığı da bilinmektedir. Buna göre İ.Ö.767 yılında Mars ile arasında olan bir çarpışma Venüs'ü Güneş çevresinde hemen hemen dairesel bir yörüngeye oturtmuş ve böylece tüm tehlike ortadan kalkmıştı. Ancak bu kez, çarpışmanın şokundan dengesini kaybeden Mars Dünya için muazzam bir tehdit haline gelmişti ve İ.Ö.687 yılında Dünya'da daha büyük yıkımlara neden olmuştu. Çeşitli dinlerin kayıtlarına göre Mars bugünkü yörüngesine oturana kadar yüzyıllar geçmiştir. Velikovsky'nin de ortaya koyduğu savlar ve dayandığı tüm kaynaklar da söz konusu olunca, bu, ilginç bir hipotez haline gelmektedir.

[Resim: godvenusxj3fs6.jpg]


Eski Meksikalılar Venüs'ten çok korkarlar, onun ölümcül hastalıklar taşıdığına inanırlar ve ışınlarından korunmak için şafaktan önce camlarını kapatırlardı. Maya'lara göre Venüs Güneş'in ağabeyi idi ve uzun bir sakalı vardı. Maya ve Azteklerde Venüs yeniden doğum kadar ölümün de sembolüydü ve Aztek tanrısı Quetzalcoatl'da kişileşmişti.

Astroloji ve tüm inisiyatik disiplinlere damgasını vurmuş olan Pisagor'a göre Venüs hiçbir uydusu bulunmadığı için Dünya'yı evlat edinmiş ve Dünya'nın ruhsal öğretmeni olmuştur.

"Düşüş"den önce Dünya'nın ışık taşıyıcısı olan Lüsifer, yani Venüs, Kalde edebiyatında her zaman "Yüksekteki Elohim (çoğul bir kelime olup, İbranice Tanrılar anlamındadır)" ile ilişkili görülmüştür.

Afrika'da bir kabile olan ve Sirius yıldızı ve Sirius sistemi ile ilgili en detaylı bilgileri modern astronominin keşiflerinden yüzyıllarca önce bilen 'Dogon'larda ise Venüs'ün muhtelif pozisyonları oldukça geniş bir alanda taş dikmeler, mağaralardaki bazı düzenlemeler ve çeşitl altarlar ile gösterilmiştir. Dogonlar Venüs için "Güneş etrafında yavaş yavaş dönerken Jüpiter Venüs'ü izler" şeklinde bir ifade kullanıyorlardı. Venüs'ün pozisyonları Dogonlarda bir takvim oluşturmuştur. Aslında Dogonlarda üçü ayinsel olan dört farklı takvim vardır; Güneş, Venüs, Sirius takvimleri ve bir de tarımsal faaliyetler için kullanılan Ay'la ilişkili Lunar takvim.

Pliny Historia Naturalis adlı kitabında Venüs için şöyle demektedir: "Dünya üzerindeki her şeyin doğumuna Venüs'ün etkisi sebep olur. Venüs her iki doğuşunda da genital bir çiğ saçar ve bunlarla sadece Dünya'nın doğurgan uzuvlarını doldurmakla kalmaz, ayrıca hayvanlarınkini de uyarır."

Fakat tüm bunlara karşın Budist rahipler Venüs'e ilişkin olumlu ve romantik görüşleri aşağılayarak "shakra" adını verdikleri Venüs'ü bedensel zayıflıklara, miyopluğa ve yüksek ateşle ortaya çıkan hastalıklara sebep olmakla suçlarlar.

Bir diğer ilgi çekici husus da 584 gün olan Venüs'ün bir sinodik yılının Dünya'nın doğu ve batısında yaşayan değişik kavimlerce bilinmesidir. Venüs'ün 5 sinodik yılı 2.919,6 güne eşittir. Jül Sezar 3651/4 günden oluşan bir takvim geliştirmişti. Sezar takviminin 8 yılı 2.922 güne eşittir. Böylece Venüs takvimi ile Sezar'ın takvimi arasında sadece 4 yılda 1 günlük fark mevcuttur. Yüzyıllar önce bu durumun farkında olan Yunanlılar bu ektra günü Venüs-Athena'ya adadıkları olimpiyat oyunları ile kutlarlardı. (Bugün kullanılan takvimdeki artık yılların temeli de buradan kaynaklanır.)

Hz. İsa'nın kendisini "Parlak Sabah Yıldızı" yani Venüs olarak tanımladığını bir önceki yazımızda belirtmiştik. En beklenmedik yerlerde karşımıza çıkan Venüs Kuran'da da Târık Suresinde karşımıza çıkıyor. Târık aynı zamanda Venüs için kullanılan bir isimdir.

Astrolojinin ortaya çıkışında bu denli önemli olan Venüs kehanete yönelik astrolojinin de ortaya çıkışında önemini arttırarak korumuştur. Çünkü kehanet astrolojisi Sümerlilerin Venüs'ün hareketlerini ve Güneş-Ay tutulmalarını matematiksel olarak hesaplayabilmelerinden itibaren başlar. Birkaç örnek verelim:

1) Nergal (Mars) Marduk'a (Jüpiter) yaklaştığında, o yıl Akkad Kralı ölecek ve ülkedeki mahsul bereketli olacak.

2) Marduk Nergal'in önünde durduğunda tahıl olacak ve insanlar veya büyük bir ordu katledilecek.

3) Marduk Isthar'la beraber hareket ettiğinde ülkede insanların duaları tanrıların kalplerine ulaşacak.

Mezapotamya'daki değişik ırklara, değişik kavimlere ilişkin kafa karışıklığını ortadan kaldırmak için oradaki durumu kısaca açıklamakta fayda görüyoruz. Babilliler ve Asurlular, Sümer kültüründen çok şey almışlar ve Mezopotamya kültürünün esas temelini oluşturmuşlardır. Sümerlilerin asıl lisanı zamanla yerini Akad diline bırakmıştır. (Akad dili semitik bir lisandır ve semitik olmayan Sümerce ile aralarında linguistik açıdan hiçbir bağ yoktur.) Sâmi ırka mensup Akadlar ile Sâmi olmayan Sümerliler zaman içinde karışarak İngiltere'deki Normanlar ve Anglo-Saksonlarda olduğu gibi bir sentez ortaya çıkartmışlardır. Sâmi ırkın bir kolu olan İbraniler de bu Sümer-Akad coğrafyasından ortaya çıkmışlardır.

[Resim: ziguratpq55cd7.jpg]


Aslında bazı görüşlere göre astrolojinin yaşının Mezopotamya uygarlığından daha da büyük olduğu iddia edilegelmektedir. Örneğin, astrolojinin Adem'e vahiy yoluyla öğretildiğini, insanların tufandan çok önceleri bilim, sanat ve özellikle astroloji öğrenmiş olduklarını iddia eden Musevi tarihçi Josephus'a göre Hz. İbrahim astrolojiyi Kalde'de öğrenmiş ve daha sonra Mısırlılara öğretmiştir. Eski Ahit'te Jehowah, Kalde'deki Ur şehrinden


[Resim: haritatw96kw0.jpg]

ayrılan İbrahim'e, gelecekteki İbrani nesilleri hakkında konuşulurken, "yıldızlara bakmasını" söylemiştir. Araştırmacıların gözünden kaçmayan bir başka husus da, Eski Ahit'in astronomik konularla bezeli oluşudur. Gerçekten de, örneğin, Mezmurlar ve Eyüp bölümlerinde Pleiades (Ülker veya Süreyya takım yıldızı) ve Orion sistemine atıflar vardır; (Eyüp 9/9) "Dübb-i Ekber'i (Büyük Ayı) Orion yıldızı ile Ülker burcunu (Pleiades) ve Cenubun odalarını (Canis Major-Sirius) yaratan O'dur", (Eyüp 38/31-33) "Ülker burcunu bağlayabilirsin, yahut Orion'un bağlarını çözebilir misin? Mevsimlerinde burçlarını çıkarabilir misin? Ve oğulları ile beraber Dübb-i Ekber'e yol gösterebilir misin? Göklerin kanunlarını bilir misin? Onun hükümetini yeryüzünde kurabilir misin?" Tevrat'tan birkaç örnek daha verirsek, Yusuf kendini ve erkek kardeşlerini, Yakup ise 12 torununu 12 burç takım yıldızları ile ve bazı gezegenlerle ilişkilendirir ve kıyaslar. Hatta Yakup, takım yıldızlar ile torunlarını kutsar.

Mezopotamya'da gök cisimlerinin hareketleri kralların, mabetlerdeki majların ve halkın, yani hemen herkesin temel uğraşısı haline gelmiştir. Tabii ki burada amaç savaş-barış, kıtlık-bolluk ve ölüm gibi günlük hayata dair olayların zamanlarını ve sonuçlarını önceden bilmektir, ve bu amaca hizmet eden tabletler halindeki listeler, mühürler, tablolar, deyim yerindeyse "dağ gibidir". Bu materyallerin çoğunu bugün British Museum'da ve Paris Louvre'da görmek mümkündür.

M.Ö. ilk 1000 yıla ilişkin yüzlerce metni analiz eden ve derleyen R.C.Thompson "The Reports of the Magicians and Astrologers of Nineveh and Babylon" adlı kitabında söz konusu tabletlerden şöyle bir örnek aktarıyor; "Ay hesaplanan zamanda görünmez ise güçlü bir şehir istila edilecek demektir. Bir kuyruklu yıldız Güneş'in yoluna erişirse toprak akışı azalacak, iki kez bir gürültü kopacaktır. Jüpiter Venüs ile birlikte gittiğinde ülkenin duaları tanrıların kalbine erişecektir. Eğer Güneş Ay istasyonunda durursa ülkenin kralı tahtında sağlam olacaktır."

Bu yazıtlarda dikkati çeken en önemli husus, o dönemde tek tek kişilere değil, toplumun geleceğine ilişkin tahminlerin ön planda olmasıdır. Bu tahminlerde gezegenlerin konumlarını gösteren bir çeşit gökgünlüğünün iki farklı yöntemle hesaplandığı Prof. George Sorton tarafından belirtilmiştir. Fakat ilginçtir ki, daha eski olan Ur sistemi daha yeni olan Babil sisteminden daha gelişmiş bir sistemdir. Ayrıca, Akkad, Hurri, Hitit, Babil ve Asur kökenli tabletler, konuyla ilgili Sümerceden alınmış sözcüklerle doludur. Asur kralı Asurbanipal'ın zamanında (M.Ö.668-631) Ninova'daki kütüphanesinde olduğu söylenen astronomik ve astrolojik içerikli 25.000 adet tablet de (bunların yaklaşık 4000 kadarı kehanet içerir) hep bu Sümer kökenine işaret eder. Ayrıca Babillilerin meşhur "Rabbin Günü" isimli astronomik tablet dizisinin Akkadlı Sargon zamanında (M.Ö.3000 civarı) yazılmış olan bir Sümerce kaynaktan kopya edildiği bilinmektedir. Yine aynı tarihlerde (Ur'un 3. hanedanlığı zamanı) oluşturulduğu tahmin edilen bir başka kaynak ise çeşitli takım yıldızların tasnifi ile ilgilidir.

Sabit Yıldızları gezegenlerden ayırıp, bunların tanzimini yapabilen, tutulmaları önceden hesap edebilen, gezegenlerin geri gitme hareketlerini bilen Mezopotamyalılar prosesyon hareketini, yani ekinoksların kaymasını ve 25.920 yıla tekabül eden "büyük kozmik yılı" da biliyorlardı. Hatta Prof. Langdon, M.Ö.4400'lerden 2160 yıl önce meydana gelmiş olan ekinoks kaymasını, daha doğrusu ekinoksun burç değiştirmesini ve buna ilişkin detaylı bilgileri de içerdiğini belirtmiştir. Esasında astronomik ve astrolojik bilgilerin yanısıra bugün kullanılmakta olan takvim ve daha önce kullanılmış olan Nippur, yani "Enlil'in Merkezinin" takvimidir.Ayrıca bir görüşe göre Yahudi takvimi, Nippur takvimi referans alınarak oluşturulmuştur. Örneğin (M.S.) 1990 yılında Yahudi takvimi 5750 yılını gösterir ve M.Ö.3760 olan Nippur takvimindeki belli bir başlangıç noktasından itibaren sayılmıştır.

Söz konusu takvimde içerik olarak bulunan prosesyon olgusunun ise tüm Mezopotamya kaynaklı tabletlerde kayıtlı oldukları Prof. Jeremias tarafından bulunmuştur. Ekinoksların Boğa'dan Koç'a ve oradan Balık'a geçişleri tüm bu tabletlerde ayrıntılı olarak yer almaktadır.

Astronomik açıdan daha başka bağlantıları içeren tabletler de vardır. Prof. Willy Hartner, "The Earliest History of Constellations in the Near East" adlı kitabında, Sümer tabletlerinde Boğa-Aslan çekişmesini gösteren motifler olduğunu ve bunun o sıralarda ekinoksun Boğa'da, yaz dönümünün ise Aslan'da olmasından kaynaklanabileceğini söyler. Aslan aynı zamanda eski Babil frizlerinde sık sık astronomik şeytanı tasvir etmek için kullanılmıştır. Bir başka bağlantı içeren tabletler de üzerlerinde Boğa ve Akrep şekillerinin bulunduğu Sümer mühürleridir. Sümerlilerin "Güneş Kültü" ile de bağlantılı olduğu düşünülen bu sembolizmin ekinoksta Boğa burcunda doğan Güneş'in sonbaharda Akrep burcunda batmasıyla ilişkili olduğu aşikardır. Bu tabletlerde kayıtlı olan ekinoks noktası, prosesyon hareketi gibi olgulara ilişkin bilgiler Sümer uygarlığının başlangıç tarihi hakkında da ipuçları verirler, çünkü Sümerlilerin tasnifindeki ilk takım yıldızının Boğa olması ve Sümer Zodyakındaki ekinoks noktasının Boğa ve İkizler arasında bir yerde bulunması, bu uygarlığın ekinoks İkizler burcunda iken başladığını çağrıştırmaktadır. Bu konudaki detaylar Prof. Jeremias'ın "The Old Testament in the Light of the Ancient East" adlı kitabında incelenmiştir.

Bali Malkoç

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
10-27-2008 11:54 PM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #13
Cvp: Astrolojinin Tarihsel Gelişimi / Eski Çağlar
ESKİ TÜRKLERDE ASTROLOJİ

Astroloji ile en ilgili olan Türkler, Hun Türkleri olarak gözükürler. Bu bilgiler günümüze yine bir Hun boyu olan Karaçaylar, yani Nartlar tarafından ulaştırılmıştır.


[Resim: nart1ud2xx5.jpg]

Eski Hun astrolojisinde 12 değil 36 adet burç yer alır, yani zodyağı 12’ye değil 36’ya bölerler. Yani, klasik astrolojideki bilinen dekanatlar, birbirinden bağımsız burçlar olarak değerlendirilmişlerdir ( her dekanatın yönetici gezegeninin, aynı elementten farklı gezegenler tarafından yönetilmesi de zaten dekanatlara farklı bir kimlik kazandırmaktadır). Kabbalistik öğretide karşımıza çıkan Lilith, Karan adıyla kullanılmakta, bunun gibi başka birtakım ikincil kabul edilen öğeler de, eski Türk astrolojisinde yer almaktadır.

“Astrolojide kullanılan ilk takvim örneği, Eski Türkler tarafından kullanılmış olan Haldey takvimidir” diyen görüşlerde mevcuttur. Haldey’ler, solar, lunar ve diğer planetsel döngüleri öğrenmiş ve bunlara dayalı bir takvim sistemi geliştirmişlerdir. Tabii ki bu takvim sisteminin asli amacı, ziraat konularında kolaylık sağlanması için olmuştur. Yine bu takvim sistemine göre yılbaşı, bahar ekinoksu olan 21 Mart olarak kabul edilir. Birçok kültürde birçok “ortak payda” olduğunu görüyoruz. Bu konuda farklı bir örneği de Eski Mısır’dan verebiliriz. Astrolojinin Eski Mısır’da ki gelişimini incelerken, Orion ve de özellikle Sirius sisteminin ne denli önemli olduğunu belirtmiştik. Mali Cumhuriyetinde yaşayan Dogon Kabilesinde, Sirius yıldızının uydularına ilişkin çok detaylı bilgiler olduğunu da ayrıca anlatmıştık. Gerçekten de Sirius B ve Sirius C’nin varlığı 20.yy’ın astronomisi tarafından keşfedilmiştir. Bu yüzyılda bulunan Sirius B ve Sirius C’ye ilişki bu detaylı bilgileri, Dogonlar yüzyıllarca önceden nasıl biliyorlardı? İlginç bir husustur ki, Sirius, Eski Türk mitolojisinde de karşımıza çıkıyor; “Bazı yıldızlara tapılır ya da derin saygı duyulur, kaynaklar, Eski Türklerin Sirius’a tanrıların tanrısı adını verdiklerini söylemektedirler”.

Şimdi ise Eski Türklerde bazı astrolojik – astronomik bağlantılı adetlere ve inançlara genel bir bakış atalım: 8.yy’da sadece, “yılı bölmeye” yarayan ve iyi mevsim getiren “iyi yediler” yani Pleiades takım yıldızının ( Türkçe Ülker veya Süreyya olarakta bilinir) rolü önemli sayılmaktadır. Argal ise tam tersine kötü mevsimi işaret eder, buradan da yaban keçisinin, “takımyıldız” tarafından hamile bırakılmasına ilişkin mitler ortaya çıkar. 11.yy’dan itabaren, daha çok sayıda yıldız işin içine girerek mitolojik bir rol oynamaya başlar; İran kökenli olan Çoban ile karıştırılan Teholban, “Parlak Olan” haline gelir. Büyük Ayı, “Yedi Han Kurulu” olarak değerlendirilir, Sirius ise Büyük Aygır’dır; içinde bulunduğumuz galaksi ise “Kuşun Yoludur”, yani “Gök”e giden ruhların izlediği yol... Venüs çok önceleri, marsiyen bir fonksiyona sahiptir; savaşçıdır. Fakat sonradan “ışıklı bir gezegen” olur ( Bu noktada da diğer mitolojilerdeki Lücifer’in düşüş hikayesini hatırlamak faydalı olabilir, çünkü bilindiği üzere Venüs, Lücifer ile özdeşleştirilir). Kırgızlar, Mars’tan, negatif etkiye sahip olduğuna inanmalarından ötürü çok çekinirler. Türkler ve Moğollarda ayın 4 fazı çok önem kazanmıştır. Fakat Ay ve Güneş’e ilişkin yorumları farklıdır; güneş ve ayın cinsiyeti Eski Türklerde tam ters olarak kabul edilir. Güneş yaratıcılığı sebebiyle dişi, Ay ise otomatikman erkektir. Türkçeye yerleşmiş olan “ay dede” deyimi buradan kaynaklanır. Ayrıca etimolojik olarak hayvan adı olarak ayı kelimesi de, ay ile ilişkilidir, fakat şamanik sistemin detaylarına daha fazla girmeye yerimiz yetmediğinden bu konuyu daha fazla açamıyoruz. Diğer coğrafyalarda gözüken Güneş’e tapınma, Orta Asya’da da karşımıza çıkar. Örneğin Hitanlarda. Ayrıca Cengiz Han’ın Burqan – Qaldun’da dua ettiği ve güneşin yönünde yere 9 kez kapandığı bilinir. Burada 9 sayısı ezoterik bir anlama sahiptir ve birçok yerde karşımıza çıkar. Fakat aya tapmada aynı sıklıkta karşımıza çıkar. Moğolların ibadet ettikleri veya kurbanlar kestikleri takımyıldızlar arasında Büyük Ayı ( Dologen Ebugen) ve bir av mitiyle ilişkili olan Orion takımyıldızları da mevcuttur ( Orion, diğer mitlerde de avcıdır). Yaktular’da olduğu şekliyle yıldızların canlı, gezegenlerin ise göğün pencereleri olduğu şeklindeki inançlarda sıkça gözükür. Eski Türklerde sırasıyla Venüs ve Mars ile ilişkilendirilen 7 ve 9 sayıları, pek çok ritüel’e temellik ederler. Dolayısıyla 7 ve 9’un türevi olan sayılarda, 7 ve 9 gibi birçok kritik yerde ortaya çıkar; örneğin cenaze törenleri, kavim sayılarının belirlenmesi gibi. Aynı şekilde 9 sayısı Eski Türk astrolojisinde de merkezi bir konumdadır. 4 yön, 4 eleman gibi olguları ifade eden 4 rakkamı ile 9 sayısının ilişkisinden çok değişik noktalara gidilmiştir. Örneğin, 9 kez 4 güneş yılı yaşayan insan (36 yıl) yetişkin olmuştur. 18 kez 4 güneş yılı (72 yıl) yaşayan insan yaşlanmıştır. 27 kez 4 güneş yılı (108 yıl) yaşayan insan ise, artık herşeyi yaşamış kabul edilir, yani olgunluğun tepe noktası... 4 ve 9 sayıları Nartların hemen hemen tüm motiflerinde görülür. Bu 4 ve 9 sayılarının ilişkisinden kaynaklanan ( 4*9= 36) ve çok ilginç bulduğum bir hususu daha aktarmak istiyorum. Özellikle karma konusuna meraklı okurların ilgisini çekeceğini zannediyorum, konuya farklı bir bakış açısı ve açılım getirmesi bakımından... Eski Türklerde ve özellikle Nart – Karaçaylarda kişilerin dahil oldukları soylar çok önem taşır. Ve bakılacak horoskoba, sahibinin soy damgası da ilave edilir. Bunun arka planında şöyle bir görüş vardır; kan akrabalığı olan kişilerin kaderlerinde aynı temalar, farklı kombinasyonlarla da olsa, ana hatlarında benzer şekilde tekrar ederler. Eski Türk kaynaklarında şöyle bir ifade yer almaktadır; “Tanrı 36 kuşağa kadar kan izini bozmadan uzattığı gibi, suç ve cezayı da 36 kuşağa uzatır”. Genetik araştırmalardan çıkan sonuca göre, ataların antropolojik özellikleri, 33 kuşak boyunca genetik miras olarak varlıklarını sürdürürler. Yeni genetik özellikteki farklı bir soy dizisinin başlangıcına kadar da arada 3 nesil, geçiş vazifesi görürler. Demek ki 36 kuşak, aşağı yukarı belli özellikleri bünyesinde barındırıyor. Bu noktada, farklı konularda ki araştırmalarım sırasında rastladığım ve konuyla ilgili gördüğüm bir ifadeyi de aktarmak istiyorum: Tevrat – Çıkış, Bap 34 / 6-8; “Ve RAB onun önünden geçti, ve: Yehova, Yehova, çok acıyan ve lütfeden, geç öfkelenen ve inayeti ve hakikati çok olan, binlere inayetini saklayan, haksızlığı ve günahı ve suçu bağışlayan, ve suçluyu asla suçsuz çıkarmayan, babaların günahını oğullarda, ve oğulların oğullarında, üçüncü ve dördüncü nesilde arıyan Allah, diye ilan etti. Ve Musa acele edip yere eğildi, ve secde kıldı”.

Yukarıda bahsettiğim 4 ve 9’un kombinasyonundan ortaya çıkan sayılardan başka 12 sayısı da Eski Türk astrolojisi ve mitolojisinde çok önemli gözükmektedir. Zaten 36 hem 4*9, hem de 3*12’dir. Eski Türklerde gördüğümüz diğer bir astrolojik – astronomik kökenli zamanlama da savaş için sefere çıkış için dolunayın beklenmesidir. Yukarıda tek tek bahsettiğimiz ve bahsetmediğimiz astrolojik kökenli ve yıldızlara tapma ile ilgili birçok inanç ve adet bugünkü Altay dünyasında halen mevcuttur.

Not: Eski Türklerdeki birçok adetlerin kökenlerine ilişkin araştırma yapmak isteyenlere, Batık Mu kıtası ile ilgili birçok kitap yazmış olan James Churchward’ın Türkçeye de çevrilmiş olan kitaplarını tavsiye ederiz. Söz konusu eserlerde, Uygur Türklerinin, batık Mu kıtasının mirasçısı olduğu iddia edilmektedir.


[Resim: nart2ut8yt4.jpg]


[Resim: nart3hw0eu5.jpg]


[Resim: nart5cg7nv2.jpg]


[Resim: nart6cw7ig6.jpg]

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
10-28-2008 12:30 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #14
Cvp: Astrolojinin Tarihsel Gelişimi / Eski Çağlar
Astroloji tarihi ve gelişimi

Şimdi ise ülkeler arasında dolaşarak Astroloji´yi izleyeceğiz.


Çin:Antik Veda kaynakları bir yana bırakılırsa, bilinen en eski astrolojik kayıtlar Çin´de bulunmuştur. Çinliler Bharatlı Hindular´ın yaptığı gibi tüm antik belgeleri özenle saklamışlardı.

Kalde: Kalde´de ünlü astrologlar yaşadılar. En tanınmışı M.Ö. 3.000´de yaşayan Berosus´du. Berosus´dan kalmış bir örnek ele geçirilememiştir, bulunan bazı astrolojik kayıtların ona ait olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak Kalde Astrolojisi Yunan ve Roma astrolojisinin kökeni olarak kabul edilir.

Babil: M. Ö. 2.500´e kadar uzanan Babil Astrolojisi´nden geriye kalan bazı kayıtlara bakılırsa, Astroloji Babil´de daha çok zamanı belirlemek için kullanılmıştı. Ama bu buluntular, kehanet anlamıyla da kullanılmadığını kanıtlamamaktadır.

Mısır: Bilindiği kadarıyla, İsa´nın binlerce yıl öncesinde Mısırlılar astrolojiyi biliyorlardı. Bilinen en eski isim Petosiris adlı bir rahiptir. Petosiris, M.Ö. 800´de Firavun Nicepsos döneminde yaşadı, çalışmalarından bugüne ulaşan bir belge ele geçirilemedi. Antik Mısır Astrolojisi, modern astrolojinin temelini ve özellikle de Claudius Ptolemy´nin çalışmalarını oluşturmuştur; Ptolemy, Mısır´da Pelusium´da M. S. 70´de doğdu ve İskenderiye Okulu´nda yetişti. Ünlü kitabı Tetrabilos´da bazı bilimsel yanlışlar bulunsa da, modern sistemler kaynağı olarak kabul edilir.

İran: Bilinen en eski kaydın sahibi El Hakim´dir. Kral Darius döneminde yaşadı ve birçok kitap yazdı. El Hakim´in çalışmaları, sonraki tarihçiler tarafından özellikle tanımlanmış ve Judicia Gimaspia´nın oluşumunu sağlamıştır. Bu çalışma ve diğerleri aslında genel bir kaynak olarak kabul edilmezler ama zaten El Hakim´in asıl ünü kehanetlerinden gelmektedir; en ünlü kehaneti ise, Hz. İsa´nın doğacağını söylemesidir.

Arabistan: Astroloji Arap dünyasında daima büyük saygı ve ilgi görmüştür, bu bölge sayısız astroloğun ve bilgenin yaşadığı bir yerdir. Bu insanlar sürekli gezerek bilgilerini Eski Yunan´a ve Roma´ya yaydılar, çalışmaları bugün dahi parça parça olsa da pratik olarak kullanılmaktadır. Teknikleri yüksek ve kalitelidir. Fakat Arapların göçebe olmaları nedeniyle yeterince örnek günümüze ulaşamamıştır.

Bharat (Hindistan): Dünyanın en eski kaynaklarıdır. Bulunan belgelerde çok gelişmiş bir astroloji bilgisinin M. Ö. 6.500´e kadar ulaştığı anlaşılmıştır. Hala korunan aktüel yazmaların tarihi M. Ö. 3.700´e aittir. Bazı yazmaların orjinalleri yok olmuşsa da, arkadan gelen astrologlar tarafından kopya edildiklerinden günümüze kadar ulaşmışlardır. Bharatlı Mihracelerin kitaplıklarında bulunan bazı yazmalarda, tarihsel kayıtların günümüzden 8.500 yıl öncesini gösterdiği görülmektedir. Çok eski bir Veda yazmasının Pita Maha adlı bir astrolog tarafından yazılmış ve sonradan Pita Maha Siddhant(a) astrolojisinin kaynağı olmuştur. Pita Maha´nın M. Ö. 3.000´de yaşadığı sanılmaktadır; bir diğer bilinen ünlü astrolog 500 yıl sonra yaşayan Vashishttha´dır; astroloji, astronomi ve felsefe üzerine kitaplar yazmıştır. En önemli çalışması sonraki astrologlar tarafından kaynak kabul edilmiştir. Panch Siddhanta, Kosha, Soorya, Siddhanta, Nityananda, Brhat Jataka, Aryabhat, Mansagari, Ranveer ve Laghu Parashar diğer ünlü Hint astrologları olarak tanınırlar. Antik Yunan yazarlarına göre, Hint Astrolojisi tahmin yönünden çok başarılıdır. Tarihçi Philostratus, Yunanlı düşünür Tynalı Appollonius´un astronomi ve astroloji çalışmalarını yaparken, Hint efsanelerinden ve kaynaklarından yararlandığını ve hatta bizzat Hindistan´a giderek çalışmalar yaptığını yazmaktadır. Geçen yüzyılın ünlü gizemcisi "Cheiro" adıyla bililen Kont Louis Hamon; "Hiç kimse, eski ırkların bilgisini aslı küçümsememeli ve dışlamamalıdır; Hindistan´ın büyük geçmişi yaşam ve felsefe hakkında büyük sırlarla doludur. Bu belki tartışılabilir ama sonunda kesin olduğu anlaşılır. Örneğin eski Hindular, gezegenin ekinoksunu algılamışlar ve tüm galaktik dönüşü hesaplayarak 25.870 yıllık kozmik dönemi belirlemişlerdi (Tüm burçların dolaşılması) Bu sayı modern astronomların gözlem ve araştımalarına çok yakındır, yaklaşık 24.500 yıl olarak kabul edilir. Temel Hindu inancına göre kişinin hata yapmaması ancak kendi kökenin sırrını anlayabilmesiyle mümkündür; buna da hesaplamalarla ulaşılır." demektedir. Bütün bu kaynakların ve gelişimlerin sonrası günümüzdeki astrolojinin oluştuğu ya da temel olduğu dönemdir. Öyleyse, kronolojik bir sıralama yapabilir ve çıkış noktalarını daha iyi görebiliriz; Çünkü bu geçmişi bizler astrolojik kaynaklardan öğreniyoruz.

Ata Nirun

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
11-13-2008 03:38 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #15
Cvp: Astrolojinin Tarihsel Gelişimi / Eski Çağlar
Astroloji Tarihi

Astroloji, yazılı tarih kadar eskiye uzanır ve yüzyıllar boyunca birikmiş bilgi ile bilgelik üzerine kuruludur. Kimse astrolojinin kesin kökenlerini bilmemektedir. Ama, en azından bildiğimiz anlamda astroloji, ilk kez Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır. Mezopotamyalılar yıldızların ve gezegenlerin tanrılar ile ilişkili olduklarına, hatta bizzat tanrılar olduklarına inanıyorlardı. Gerçek astrolojinin ilk adımları milattan önce ikinci bin yılda eski Babil dönemi boyunca görülebilir. Babilliler astronomik fenomenleri gözlemleyerek listeler derlediler. Gezegenlerin dönüş zamanlarını saptayarak, gelecekte herhangi bir zamanda hangi pozisyonda bulunacağını doğru biçimde tahmin edecekleri bir noktaya ulaştılar. Bu dönemlerde kullanılan astroloji, krallığı etkileyebilecek kehanetler için göklerin basitçe incelenmesinden ibaretti. Bu kehanet gözlemleri, genellikle doğru astronomik fenomenlerle iç içe geçirilmiş hava fenomenlerini içeriyordu.

Babil ve Asur döneminde krallara eşlik eden bir kahin ya da “Baru Rahibi” vardı. Bu kişi bir gök yorumcusuydu –gökyüzünden, genellikle de Ay tutulmalarına dayalı uyarıları okurdu. “Baru–Rahipleri’nin” ilk gerçek astrologlar oldukları söylenebilir. Rahiplerin işlerinde becerikli olmaları gerektiğinden, öngörüler bilimden ziyade bir sanata dönüştü. Rahipler doğru matematik hesaplamalarıyla tutulmaları öngörmekte başarılı oldular; böylelikle de astronomi kanunlarının daha sonraki gelişimine büyük katkıda bulundular. Rahipler, hava durumu, Ay ve Güneş tutulmaları gibi doğal olayları da tahmin ederek saygınlık kazanıyor, böylece iktidarlarını koruyorlardı. Yine de bu çabaları astrolojinin gelişimine katkıda bulundu. Bir takvim tasarladılar; Güneş’in, Ay’ın ve gezegenlerin temel dönüşlerini tanımladılar; ve Ay’ın bir yıl boyunca yaptığı on iki dönüşe dayanarak yıllarını on ikiye böldüler.

Bundan sonraki dönemlerde astronom-astrologlar, yavaş yavaş gezegenler hakkında daha fazla bilgi edindiler ve sadece tutulmaları değil, gezegenlerin ne şekilde hareket ettiklerini gözlemlemeye başladılar. Böylece, bu hareketlere dayanan öngörüleri daha isabetli yapmaya başladılar. Babiller’den kalan bu bilgiler daha sonra, Museviler tarafından M.Ö. 587-539 yılları arasında esaretleri süresince öğrenilmiş ve M.Ö. 539’da Babil’i fethettiklerinde Persler’e de geçmiştir. Persler’in hüküm sürdüğü M.Ö. 525-404 tarihleri arasında Persler’den Mısırlılar’a geçen bu bilgiler, MÖ 509’da kuzeybatı Hindistan’a geçmiştir. Bu bilgilerden bazıları, batıda Mısırca’ya ve Yunanca’ya, doğuda da Sanskritçe’ye çevrilmiştir.

Babil’i MÖ 729 yılında fetheden Sümerler önce on sekiz takımyıldız saptamışlardı. Daha sonraları, MÖ 600’de, zodyağın on iki takımyıldızını oluşturmak için bunlardan bazıları birleştirildi ve bazıları da çıkarıldı. Asurlular, tanımladıkları beş gezegene ve bunların takımyıldızlardaki hareketlerine, aynı derecede hatta daha bile fazla önem verdiler. Bunun nedeni, gezegenlerin tanrılar ya da en azından tanrıların evleri olduklarına inanmalarıydı. Tıpkı Güneş ve Ay için olduğu gibi, bu gezegenlere verilen isimler de zamanla önce Yunanca isimlerle, ardından Romalı isimlerle ve son olarak da İngilizce isimlerle değiştirildi. Asur döneminde bu isimler şöyleydi: Güneş=Shamash, Ay=Sin, Venüs=Ishtar, Merkür=Nabu, Mars=Nergal, Satürn=Ninurta ve Jüpiter=Marduk. Zodyak burçlarının tam olarak tanımlanması ve horoskopun ilk kez ortaya konması Yeni Babil döneminde olmuştur.



Devam edecek...

Yazan: Öner Döşer

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
12-22-2008 01:43 AM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #16
Cvp: Astrolojinin Tarihsel Gelişimi / Eski Çağlar
Astroloji Tarihi II: Bölüm
II. Bölüm

Mısırlar


Firavunlar Mısırı’nda astronomiye büyük ilgi duyuluyordu. Bu, gezegenlerden ziyade yıldızları içeren bir astronomi çeşidiydi. Mısırlılar binaları, tapınakları ve özellikle de piramitleri, dünyadaki yapılar ile ilişkili oldukları yıldızlar arasında bir bağ kurma çabası doğrultusunda sabit yıldızlara tahsis etmekte ustaydılar. Mısır’ın astrolojiyle yakından ilgilenen Persler tarafından fethedilmesi ve daha sonra hem Mısır’ın hem de İran’ın Büyük İskender tarafından fethedilmesi, astrolojik fikirlerin Mısır’a geçmesine katkıda bulunmuştu. Kadim halklar hiç şüphesiz astrolojinin Babillilerle ilişkili olduğunu biliyorlardı ve astrologlara Kildaniler diyorlardı; fakat asıl itibar Mısırlılara gösterilmişti. Eski pek çok bilgilerin Mısır’dan gelme olduğu aşikardır. Yunan yazar ve astrologlarından Vettius Valens, eski Mısır’lı ustaları bulup, onlardan bilgi toplayarak bu bilgilerden eserlerinde faydalanmıştır. Yöneticilik sistemlerinin büyük bir kısmı, sonradan Arap Noktaları olarak tanımlanacak olan Lotlar da köken olarak Mısır’a dayanmaktadır. Sadece yücelme asalet tabloları daha eski, Mezopotamya kökenlidir. Helenistik yazarlar, evleri ya da burçları Hermes’in evleri olarak yorumlamışlardır. Yunanlılar Hermes’in Mısır tanrılarından olan Thoth ile aynı olduğunu söylerler.



Hintliler

Batı Astrolojisinin kökü olan Klasik Astroloji M.Ö 2800’ lerde Babil’de çok gelişmişti ve Kalde çöktüğünde, bilim adamları Mısır ve Hindistan’a dağıldılar. Şüphesiz o devirlerde de Hint Astrolojisi kökü çok eskilere dayanan zengin bir sisteme sahipti ama matematiksel kurgusu ile gök hareketlerinin yansıtılmasında kullanılan yöntemler geri sayılırdı. Bu yüzden, Hintlilerin matematik kurgusu olarak Babil kökenli bilgilerden etkilenmiş olduğu da ihtimaldir. Sonuçta, Batı kültüründen etkilenmiş olsun veya olmasın, Hint Astrolojisi kültürü oldukça eski bilgilere dayanır.


Yunanlar ve Romalılar

Antik dönemde, özellikle Yunan ve Roma uygarlıklarında, doğadaki düzenlilik ve varlıkların özellikleriyle ilgili merak, insanları içinde bulundukları evreni ve evrendeki varlıkları gözlemlemeye yöneltmiş ve böylelikle gözleme dayalı bilgi edinme metodunu ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde horoskop astrolojisinin gelişimi sürdürülmüştür. Yunanların astroloji üzerindeki yoğun etkisi M.Ö. beşinci ve dördüncü yüzyıllarda başlamıştır. Mitolojinin astrolojiye girmesi bu dönemlerden başlar. Gezegenlere atfedilen özellikler Yunan tanrılarının özellikleriydi.

Büyük İskender, M.Ö. 331’de İskenderiye şehrini kurmuştu. İskenderiye ve Antakya gibi yerlere Helenizm olarak da bilinen Yunan yaşam tarzını yaymayı başarmıştı. Helenistik dönem, Romalıların Doğu Akdeniz’i ele geçirdikleri M.Ö. 2. yüzyıla kadar devam etmiştir. İskender’in ölümünden sonra Makedonya İmparatorluğu’nda payına düşen yer olarak Mısır’ı alan kral Ptolemy, İskenderiye’de büyük bir kütüphane inşa edilmesini emretti. Bu, kısa sürede Yunanca konuşulan yerlerdeki alimleri kendine çekti. Şehir kısa bir müddet sonra önemli bir kültürel ve ticari merkez haline geldi. İskenderiye halkı Mısır kültürlerinin bir kısmını korumuştur, ama bu kültür Yunanlar, Romalılar, Makedonlar, İranlılar, Suriyeliler, Yahudilerinkilerle karışmıştır. İskenderiye’nin prestijli olduğu dönemlerde bilimsel devrim gerçekleşmişti. Hemen hemen herkes astrolojiyi benimsemekteydi. Claudius Ptolemy de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Daha sonra Ptolemy’yi birçok astrolog takip etmiştir.

Klasik dönemde astroloji adeta bir Yunan bilimiydi. Romalılar astrolojiyi aynı derecede benimsemiyorlardı. Yaklaşık M.Ö. 250’de, çok sayıda sıradan vatandaş astrolojiye ilgi duymaya başladı; fakat muhafazakarlar buna karşı çıkıyorlardı. Tüm engelleme gayretlerine karşı astroloji kabul gördü; bunun en önemli nedeni Romalıların Yunan eğitimine saygı duymalarıydı.

Horoskopik astroloji bilgisi, Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle Batı Avrupa’da neredeyse tamamen yok oldu. Kamusal eğitim durdu; mali destek kaybı ve halkın ilgisizliği nedeniyle kütüphaneler yok oldu; klasik dönemin bilimi sayılan Yunanca bilgisi genelde ortadan kalktı, halk genel olarak cahilleşti. Hıristiyanlığın en etkili ve en yaygın öğretileri, fiziksel dünyanın ve muhakeme yürüten aklın en iyi ihtimalle aldatıcı ve en kötü ihtimalle de şeytani olduğu düşüncesinden kaynaklandı. Bu durum o bölgede astrolojinin düşüşe geçmesine yol açtı. MS 500’ de Batı Roma imparatorluğunun düşüşü ve Batıdaki barbar krallıkların hüküm sürmesinin ardından astrolojik gelenekler Batı dünyasından iyice kopuyordu. Bu arada Doğu Roma imparatorluğunda ( Bizans ), ki Batıdan ayrılmıştı; astroloji çok da farklı bir durumda değildi. Orada da devam eden iki yüzyıl içinde dini ve politik atmosfer astroloji üzerinde neredeyse tamamen baskılayıcı rol oynadı. Astroloji, bu dönemden sonra Batı Avrupa’da hemen hemen tamamen yok oldu ve 12. yüzyıla kadar da canlanmadı. Yeniden hayat bulmaya başladığında, neredeyse tamamen Arapça orijinallerinden Latince’ye çevrilen kitaplara ve tablolara bağlıydı. Öğrenim, Karanlık Çağlar boyunca batı Avrupa’da azalırken, Doğu Roma İmparatorluğu’nda varlığını korudu ve 8. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar İslami topraklarda gelişti.
Devam edecek...

Öner Döşer

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
12-25-2008 01:03 PM
 Alıntı Yaparak Cevapla
Angel Çevrimdışı
Angel
*****
Saturna Vip
lt=
Mesajlar: 1,250
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 19

Mesaj: #17
Cvp: Astrolojinin Tarihsel Gelişimi / Eski Çağlar
Ortaçağ Dönemi

Ortaçağ, Antik Yunan-Roma kültüründen sonra gelen ve Rönesans’a kadar uzanan yaklaşık bin yıllık bir dönemi ifade etmektedir. Ortaçağ döneminin öğretilerini şöyle özetleyebiliriz: “Evrendeki her şey Tanrı’nın isteğiyle olmaktadır; anlamak için inanmak gerekmektedir; Tanrı’yı bilmek demek insanın kendisini bilmesi ve tanıması demektir. Bu dönemde akıl ile inancın uzlaştırılması çalışmaları da gerçekleşmiş ve bunun için Aristo otorite olarak kabul edilmiştir. Hıristiyanlığın, Antik Yunan felsefesine, diğer din ve felsefelere kapalı olması, bilgi akışının neredeyse durmasına sebep olmuştur. Tanrı merkezli düşünce sistemi ve Hıristiyanlık dininin dogmaları, bilimsel çalışmaları ve bilgi üretimini büyük ölçüde engellemiştir. Farklı düşünce sistemleri geliştiren birçok bilim adamı, filozof ve sanatçı, ortaçağın bu döneminde engellenmiş, bazıları sürülmüş, bazıları da öldürülmüştür.

Ortaçağda, astrolog genellikle papaz veya en azından dinsel eğitim görmüş kişiydi. Bunun sebebi, kilise dışında böyle bir eğitim imkanı olmamasıydı. Eğitim olmadan, bir kişi astrolog olamazdı. Eğitimin ilk aşamasında matematik vardı. Ortaçağın başlarında, astrolojiyi çekici kılan şeylerden biri insan yaşamının her yönüne tatbik edilebilir olmasıydı. Bunlardan biri de tıptı. 18. yüzyıla kadar, bazı üniversitelerde astroloji sınavını geçmeden doktor ünvanı almak imkansızdı ve gezegensel pozisyonların tanı ve teşhiste kullanılması yaygındı. 15. ve 16. yüzyıllar boyunca Avrupa’daki birçok üniversite, tanı, ön teşhis ve hastanın durumunu tedavi etmekte kullanılacak ilaçların seçimine yardımcı olarak astroloji çalışmalarını içeren bir tıp müfredatı sunmaktaydı. Genel uygulama, hastanın yatağa düştüğü an için bir harita oluşturulmasıydı. Haritanın belirli kaideler doğrultusunda incelenmesi, doktorlara hastalığın kaynağını, muhtemel nedenlerini ve hangi ilaçların verilmesinin uygun olacağını belirleme imkanı sağlıyordu. Astrologların kendilerine temel aldıkları Aristo’nun çalışmaları, Batı Avrupa’da ilk defa tam olarak her alimin okuyabileceği bir dilde mevcuttu ve 13. yüzyılda üniversitelerde kabul görüyordu. Bu da astrolojinin lehine olmuştu. Kilise, astrolojiyi bir bilim olarak tanımak zorunda kalmıştı. O dönem astrolojisi, insanın kozmozdaki yerini keşfetmesi ve dünyevi yaşamının dışında duran “gerçekliğin” farkına varmasını sağlayan astrolojiydi.

16. yüzyılın sonlarından 17. yüzyıla uzanan dönemde astrolojinin düşüşe geçmesi dönemiyle birlikte, astroloji çalışmaları da üniversitelerden birer birer dışlandı. Bunun nedeni kısmen entelektüel ortamın astrolojiye karşı cephe alması, kısmen de tıp doktorlarının giderek daha fazla ampirik tıp bilgisi biriktirmeleri ve sistemleştirmeleri nedeniyle, astrolojik yardıma başvurmadan en azından en yaygın hastalıkların tanısını, ön teşhisini ve tedavisini gerçekleştirebilmeleriydi.

Araplar tarafından geliştirilen Seçim Astrolojisi tekniği (Electional Astrology)** çoğunlukla tıp doktorları tarafından, ilaç vermek, ameliyat yapmak, bir hastayı yataktan kaldırmak için uygun anı bulmakta kullanılıyordu. Bugün bile bazı doktorlar, Ay’ın bir hastanın daha az kanaması olacağı evrelerinde ameliyata girmeyi tercih ederler ya da kan bağışlayacak biri, kanını, daha serbest aktığı için dolunayda vermeyi tercih eder.

Araplar’ın ve İslamiyet’in astrolojiye bakış açısı

Ortaçağın öngörüye dayalı astrolojisinin büyük kısmı, batıya Arap Astrolojisi aracılığıyla gelmiştir. Arap Astrolojisi ile kastedilmek istenen, Arapça yazan yazarlar ve onların Arapça çalışmalarıdır. Bu dönem yazarlarından en önemlileri şunlardır: Ebu Ali el-Hayyat, Ebu Ma’şar, Alcabitius (al-Qabisi), el-Kindi, Ömer et-Tabari, Ali Heben Rodan, Maşa’allah ve Zahel (Abu ‘Utman Sahl ibn Bisr ibn Habib ibn Hayi al-Isra’ili). Bu yazarlar Arapça yazmış olsalar da, hepsi Arap değildiler. Örneğin Maşa’allah Arapça yazmıştır, fakat Musevi’dir. Yine önemli bir yazar olan Ebu Ma’şar İranlıdır. Arap Astrolojisi’nin ve Arap Hermetik Öğretisi’nin yayılması, İslam’ın yayılmasıyla doğrudan bağlantılıdır.

7. ve 14. yüzyıllar arası, batılıların iddia ettikleri gibi bir karanlık ortaçağ değildir. Tam tersine yeryüzünün tanıklık ettiği en parlak uygarlıklarından birisinin doruk noktasına ulaştığı bir dönemdir. Bu her renkten ve her ırktan insanların kurduğu ve yaşattığı İslam Uygarlığı’dır. O dönemlerde evrenin yapısını ve işleyişini öğrenmek, hakikati bilmek için önemli bir araç olarak görülüyordu. Tercümelerle başlayan bilimsel faaliyetler, Müslümanlar’ın orijinal katkılarıyla 12. yüzyıla kadar faal ve çok üretken bir dönem yaşadı. İslami dünya görüşü ışığında gelişen bilimsel gelenek, aynı şekilde 12. yüzyılda Arapçadan Latinceye tercümelerle İspanya ve İtalya kanalıyla batı Hıristiyanlık dünyasına da ulaştı.

Müslümanlar bilimi reddetmeyip, tam tersine sahip çıktılar. İslam’ın bakış açısı Hıristiyanlığınkinden farklı olduğu için, bilim, felsefe ve tıp Müslümanların yönetimi altında gelişti. Müslümanlar, astrolojiye doğallığında ilgi duyuyorlardı. Kuran, çeşitli astrolojik referanslarıyla onları teşvik etmişti. Müslüman astrologlar, bireysel horoskoplar çıkardılar ve dünya astrolojisi öngörüleri yazdılar. Bunlardan en iyi bilinenleri, Maşa’allah ve Ebu Ma’şar tarafından yazılanlardır. Bu yazarların ilgi alanları kozmolojik sembolizm idi. Arapça yazanların en sık bahsettikleri üç kadim otorite; Hermes, Ptolemy ve Dorotheus’tur.

Ortaçağ karanlığı içine gömülmüş olan Avrupa'daki gelişme ve ilerleme hareketlerinin asıl öncüsünün İslamiyet olduğu, bugün pek çok tarihçi ve sosyolog tarafından da dile getirilmektedir. Avrupa, Haçlı Seferleri sırasında çok önemli bir kazanç sağlamıştır. O dönemde Müslüman dünya ile kurulan temaslar, Avrupa'da yeni bir dönemi başlatacak olan ilk gelişmedir. Karanlık, savaş ve kavgalarla dolu, despotizmin hakim olduğu Avrupa, Müslüman dünyasında çok ilerlemiş bir medeniyet ile tanıştı. Müslümanlar tıp, astronomi, matematik gibi alanlarda olduğu kadar, sosyal yaşamda da son derece medeni ve müreffeh bir hayat sürmekteydiler. Tıp, astronomi, matematik gibi alanlarda Avrupa'nın oldukça geri olduğunun bilindiği dönemlerde, Müslümanların engin bir bilgi hazinesine ve gelişmiş imkanlara sahip oldukları bilinmektedir. Bu bilgiler, özellikle 7. yüzyıldan itibaren İslam dünyasına hızla yağmaya başlamıştı. Bilgili yabancılar, Bağdat’a davet edildi. Kitaplar edinmek için diğer ülkelere araştırmacılar gönderildi ve yabancı kitapları Arapça’ya çevirmek için çeviri büroları kuruldu. Müslüman bilim adamları, Antik Yunan filozoflarının eserlerini tercüme etmekle kalmamış, bu filozofların yanlışlarını da düzeltmişler ve üzerine kendi deneyimleriyle elde ettikleri bilgileri eklemişlerdir.

Hint kaynaklı bazı eserlerin de tercümesiyle, Müslümanlar matematik, astronomi alanlarında gelişimini sürdürmüştür. Hintli astrologlardan alınan astronomik tablolar, bu dönemde yetişmiş Maşa’allah ve Ebu Ma’şar gibi bazı astrologlar tarafından “Dünya Astrolojisi” ile ilgili eserlerinde kullanıldı. “Zij” adı verilen astronomik tabloların ve gözlemevlerinin gelişimi ilerledi, bu da 14. yüzyılda, bin yıldızlık bir astrolojik katalog içeren, Uluğ Bey’in Orta Asya’da bulunan Semerkant’taki gözlemevinin inşasına yol açtı.


Araplar:


* Antik Yunan’dan miras aldıkları çok sayıda astrolojik noktaya (lot), daha da fazlasını eklediler.

* Doğum astrolojisi için öngörüsel bir teknik olarak Güneş Dönüşü Haritası’nı (Solar Return) Araplar buldular.

* Saat Astrolojisi’ni (Horary Astrology) daha kurallı hale getirerek geliştirdiler.

* Dünya Astrolojisi’ni geliştirdiler. Koç Giriş (Ingress) Haritalarını buldular. Mars, Jüpiter ve Satürn’ün birleşmelerini ve kuyrukluyıldızların görünmelerini değerlendirmek için kullanışlı şemalar oluşturdular.

* Esasen 5. yüzyıl civarında Yunanlı Rhetorius tarafından geliştirilen, sonradan da Alkabitus’a mal edilen ev sistemini kullandılar. Bununla birlikte, Whole Sign (Bir Burç=Bir Ev) sistemini de kullanmayı sürdürdüler.

* Seçim Astrolojisi’ni (Electional Astrology), daha da geliştirerek, kullandılar.



İranlılar (Persler)

İranlılar, Antik Yunan Horoskop Astrolojisi ile, MS 222-237 yılları arasında tanıştılar. Bu dönemde, İran kralı bilimsel çalışmalardan haberdar olmak için diğer ülkelere casuslar göndermişti. M.S. 381’de Dorotheus’un “Pentateuch”un (Kitap III) metninin Arapça’sına bir İran horoskopunun eklendiği bilinmektedir. İranlılar, 3. ve 6. yüzyıllar arasındaki dönemde Hindistan’dan astronomi ve astrolojiyle ilgili kitaplar da almışlardır.

Arap dönemindeki en büyük astrologların çoğu İranlıydı ve öğrettikleri astroloji hem Hint, hem de Yunan Astrolojisi’nden oldukça farklıydı. 8. yüzyılda, astrolojinin batı dünyasında bugün bildiğimiz haline gelmesinde en büyük katkı sağlayanlardan birisi, hiç kuşkusuz Müslüman bir aydın olan İranlı astrolog Ebu Ma’şar’dır (Cafer İbn-i Muhammet). Sarayın astroloğu ve de profesyonel bir astrolog olan Ma’şar yaklaşık elli kitap yazmıştı. Ortaçağ dönemindeki yazarların hepsi İranlı astrolog Ebu Ma’şar’ın MS 9. yüzyılda Bağdat’ta yazdığı ve 12. yüzyılda Avrupalı alimler tarafından Latince’ye çevrilen bir çalışmasından etkilenmiştir. Ebu Ma’şar’a göre gökyüzü ve gezegenler canlıdırlar ve aşağılarında bulunan dünyayı yönetirler. Ebu Ma’şar da gezegenlerin canlılığı ve varoluş ile ilgili teorilerinde Aristo’yu temel almıştır. Ebu Ma’şar, dönüş haritalarına ve astrolojideki diğer zamanlama faktörlerine önem vermekteydi.

Ortaçağ Astrolojisi olarak anılan ve Antik Yunan, Pers ve Hindu astrolojik fikirlerinin bir sentezi olan bu dönemi, üçüncü antik akım astrolojisi olarak da değerlendirebiliriz. Özellikle 775 ile 925 yılları arasındaki yüz elli yıllık dönem, Arap Astrolojisi’nin altın çağı oldu. Ortaçağ Hıristiyan Batısı, astrolojiyi, 12. yüzyılda Avrupa’nın astrolojiyle yeniden tanıştığı esnada, Araplardan almıştır. Arap Astrolojisi’nin yaygınlaştığı 12. yüzyıla kadar devam eden bu dönemde, Arap ya da Müslüman olsun olmasın, Arapça eserler veren Maşa’allah, Ebu Ali el-Hayyat, İbn-i Ezra, El Biruni gibi astrologlar, bugünkü batı astrolojisinin temellerini atmış oldular. Bu dönemin astrologları, açı toleransları, Jüpiter ve Satürn dönüşleri, gezegensel etkileşimler, doğru zaman seçimi ve Saat Astrolojisi, Güneş Dönüşü haritaları üzerine bilgiler verdikleri, birbirinden değerli eserler ortaya koydular. Aslında Arapların vardıkları bu noktada, Dorotheus’tan özellikle bahsetmek gerekir. Dorotheus’un “Pentateuch” adlı eserinden çok yararlanan Araplar, Ptolemy’nin “Tetrabiblos”ta salık verdiği genel göstergelere bel bağlamak yerine, önemli ölçüde tesadüfi göstergelerden (ev yöneticilerinden) istifade ettiler.

Ortaçağ Astrolojisi’nin en önemli isimleri Maşa’allah, Ebu Ali el-Hayat, Ebu Ma’şar, Alkabitus, İbn-i Ezra, El-Biruni, Guido Bonatti, Johannes Schöner ve Michelle de Nostradamus’tur.



Devam edecek...

Yazan: Öner Döşer

"Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL !!!!!!!! "
MEVLANA
[align=center][color=#008000][size=x-large]
[i]
01-10-2009 01:55 PM
 Alıntı Yaparak Cevapla
astrosohbet Çevrimdışı
Kızıl & Mavi
********
Neptunia Admin
lt=
Mesajlar: 7,901
Üyelik Tarihi: Apr 2007

Rep Puanı: 172

Mesaj: #18
RE: Astrolojinin Tarihsel Gelişimi
Aslında astrolojiyi eleştirenlerin veya kuşkularını ortaya koyanların astrolojiyi derinlemesine incelememiş olduğunu görüyoruz. Asıl ilginç olan astrolojinin yanlışlığını ispatlama amacıyla incelemeye başlayanların ise sonradan onun en kuvvetli savunucularına dönüşmüş olmasıdır, bu konuda ilk akla gelen örnek Fransız psikolog ve istatikçi Michel Gauquelin’ dir.

Isaac Newton’u astroloji ile ilgileniyor diye eleştirenlere verdiği “Beyfendi, ben astrolojiyi araştırdım,siz değil” cevabı insanları düşündürmelidir.

Bugün malesef Astroloji deyince insanların aklına dergi veya gazetelerin arka sayfasındaki yıldız falı gelir ancak ASTROLOJİ GÜNEŞ BURCUNUZUN FALI DEĞİLDİR.

Alıntı => http://pelinhattatoglu.com/turkish/artic...inedir.htm

11-10-2010 12:48 PM
 Alıntı Yaparak Cevapla
« Önceki | Sonraki »



Benzeyen Konular
Konu: Yazar Cevaplar: Gösterim: Son Mesaj
  Astrolojinin Türleri qulsah 0 1,807 11-22-2008 06:17 AM
Son Mesaj: qulsah

Forum'a Git:


Konuyu görüntüleyenler: 1 Misafir