Son noktayı Senai Demirci koymuş bence
Yok böyle din! Sınanan Defne değil biziz!
Asıl derdimi öyküdeki babaya söyleteyim: Babasıyla sabah namazına kalkmış bir delikanlı, komşu evlerin ışıklarının yanmadığını görünce, “Şunlara bak baba, namaza kalkmamışlar!” der. Baba mahzun olur: “Ah evladım, böyle diyeceğine namaza kalkmasaydın keşke.”
Bir de şöyle bir öykü bilirim: Bir sarhoşun Mevlânâ’nın dergâhına girip patavatsızlık etmesi üzerine, müridler sarhoşu tartaklar. Mevlânâ ise müridlere çıkışır: “Şarabı o içmiş ama siz sarhoş olmuşsunuz.”
Şarapçının niye sarhoş olduğu ilgilendirmez müridi; sarhoşa nasıl davranacağı ilgilendirir. Müridin sarhoşa kabalık yapmaması, sarhoşun müride kabalık yapmamasından önceliklidir. Bu önceliği bilmezsek, ömrümüzü başkalarını ayıplamak gibi affedilmez bir ayıba harcarız. Şarapçının sarhoşluğu geçer ama başkasının ayıplarını sayarken kendini ayıpsız bilme sarhoşluğu geçmez.
Kur’ân’ın Karun, Firavun, Nemrud, Ebu Leheb, Câlut gibi kötülük tiplerini ısrarla hatırlatması, içimizdeki sapma dinamiklerini hatırlatmak adınadır. Başkalarını ayıplayarak içimizdeki ayıpları unutturmak için değildir. Kur’ân başkalarını etiketlemeye değil kendimizi sorgulamaya çağırır: “Firavun’u firavunlaştıran benlik sende de var!” demeye getirir. “Karun’u Karunlaştıran kibre ve gurura sen uzak dur!” diye uyarır. Karun ölmüştür ama Karunlaşma tehlikesi yaşamaktadır. Tebbet Sûresi’nde “Kurusun iki eli Ebu Leheb’in” derken, elimizde olanların bizi de “Ebu Lehebleştirme” tehlikesine dikkat çeker: “Malın ve kazancın seni de helak edebilir.” Maksat, Ebu Leheb diye birini çekiştirmek, çekiştirmemizi istemek değildir.
Aldananları görmek, aldanabileceğini gösterir insana. Kendisi gibi insanların da aldanabildiğini görünce, aldananlara “oh olsun!” demeden önce kendisinin de aldanabileceğini hatırlayıp “eyvah!” diyebilmek kulca bir titreyiştir. Başkalarının kötülüğünü ağzında çoğaltarak kendini temize çekmek ise kulluk değildir. Kendi dindarlığını yücelterek günahkârları aşağılamak ise dindar bir insanın işi değildir. Yoktur böyle dindarlık.
Dergâhta sınanan sarhoş değil müridlerdir. Şimdi sınanan ise Defne değil, biziz! Defne hakkındaki sözlerimiz Defne’ye bir şey kazandırmaz da kaybettirmez de. Kaybedeceği olan biziz. Bu sınavda kaybetmezsek, ölü Defne’yi olmasa da, yaşayan Defneleri kazanabiliriz. Hem belki “Defne’nin ölümü”nden aldığımız dersle, yaşayan Defnelerin “ölü kalpleri”ni diriltiriz.
Öbür türlüsü kolaycılıktır; konfor sunar aklımıza. Klişe ile çözeriz her çelişkimizi. Sloganla yükseltiriz sesimizi. Sustururuz. Dine yaslanma keyfini yaşatırız nefsimize. Çakırkeyf oluruz biraz da. Hafif sarhoş… Değil mi?
Senai Demirci - Haber 7
senaidemirci@gmail.com